31 Ara 2010

Une Belle Histoire, hastasıyyım!

Merhaba canlar.

Sizinle dinlemekten büyük bir haz aldığım ve defalarca dinleyip bıkmadığım bir Fransızca şarkının sözlerini paylaşıyorum. Her satırın altında İngilizce açıklaması da bulunmakta...

fizy.com'dan şarkının linkini de atmayı düşünüyordum fakat öyle bir seçeneğin yok artık Türk!
youtube linki de ülkemizdeki copyright sorunları nedeniyle artık gösterimde değil. tek doğru düzgün bulabildiğim linki sizinle paylaşıyorum.

http://www.youtube.com/watch?v=Yxe-lUXuyQE&feature=related

Şarkı ülkemizde Issız Adam ile bilinirliğini arttırmıştı. Yurtdışında yaşadığım sırada bir gün bu şarkıyı ıslıkla çalarken Fransız bir arkadaşımın da bana eşlik etmeye başlamasıyla hatıralarımdan hiç çıkmayacak bir şarkı haline geldi benim için.

Onunla bir kez daha buluşup bu işi tekrarlama fırsatını umarım ilerleyen zamanlarda elde edebilirim.

Keyifle dinleyin...

C'est un beau roman, c'est une belle histoire
it's a beautiful novel ,it's a beautul story
C'est une romance d'aujourd'hui
it's a romance of today
Il rentrait chez lui, là-haut vers le brouillard
he on his way home up there in the fog
Elle descendait dans le midi, le midi
she was going down in the southern France, the Southern France
Ils se sont trouvés au bord du chemin
they met on the road side
Sur l'autoroute des vacances
on the holiday road

C'était sans doute un jour de chance
it was,undoubtely, a lucky day
Ils avaient le ciel à portée de main
they had the sky within their hands
Un cadeau de la providence
a gift of providence
Alors pourquoi penser au lendemain
so,why thinking of tomorrow

Ils se sont cachés dans un grand champ de blé
they hide in a large wheatfield
Se laissant porter par les courants
letting themselves be taken by the streams
Se sont racontés leur vies qui commençaient
they told themselves the story of their livse to begin
Ils n'étaient encore que des enfants, des enfants
they were only children,children
Qui s'étaient trouvés au bord du chemin
who met on the roadside
Sur l'autoroute des vacances
on the holiday highway
C'était sans doute un jour de chance
it was undoubtely a luck day
Qui cueillirent le ciel au creux de leurs mains
they gathered the sky with the hollow of their hands
Comme on cueille la providence
like we gather th providince
Refusant de penser au lendemain
refusing to think about tomorrow

C'est un beau roman, c'est une belle histoire
C'est une romance d'aujourd'hui
Il rentrait chez lui, là-haut vers le brouillard
Elle descendait dans le midi, le midi
Ils se sont quittés au bord du matin
Sur l'autoroute des vacances
C'était fini le jour de chance

Ils reprirent alors chacun leur chemin
they both took theire way back home
Saluèrent la providence en se faisant un signe de la main
greeted the providnece by doing a sign with the hand

Il rentra chez lui, là-haut vers le brouillard
he went back to his place, up there in the fog
Elle est descendue là-bas dans le midi
she went back, down there, in the South

C'est un beau roman, c'est une belle histoire
C'est une romance d'aujourd'hui

30 Ara 2010

Yet Each Man Kills The Thing He Loves

Oscar Wilde Reading hapishanesine atıldığında içeride bir mahkumla tanışır. Adam eşini öldürmüştür ve bir süre sonra da idam edilir. Oscar Wilde'a bu ölüm ağır gelir ve "The Ballad of Reading Gaol"'u yazar. Öyle ya, herkes öldürmez mi sevdiğini? Aşağıda linkte balladın tamamı bulunmaktadır ve yazdığım kısım da balladdan parça parça alıntılardır.

http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=410

Keyifle okuyun...

yet each man kills the thing he loves
by each let this be heard,
some do it with a bitter look,
some with a flattering word,
the coward does it with a kiss,
the brave man with a sword!

some kill their love when they are young,
and some when they are old;
some strangle with the hands of lust,
some with the hands of gold:
the kindest use a knife, because
the dead so soon grow cold.

some love too little, some too long,
some sell, and others buy;
some do the deed with many tears,
and some without a sigh:
for each man kills the thing he loves,
yet each man does not die.


Oscar Wilde

28 Ara 2010

Ne oldu bugün?

Ben bugün öldüm. 
Öldüm ya kötü değildi bu ölüm. 
Bazı ölüm vardır iyidir, güzeldir tıpkı benimki gibi. 
Sen bugün kalpte öldün, 
Tüm masumiyetini de yanında götürdün.
Aramızdaki tek fark, benim sekiz canım daha var.
Seninkisi yarımdan birdi ve çabucak tükendi.
Hoşçakal şirinler köyünün en bilinmez karakteri... 

SEN


En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi..
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince...
Yazıyorsun..
Okuyorum..
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri..
Sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!.
Satıyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat
için...
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
biri ötekisi...
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
Sana gelince...
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün...
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz..

Nazım Hikmet

Cemaat Günlüklerim

Biraz sonra okuyacağınız ve Fırat Tuncer ile yapılmış olan bu röportaj Time dergisinin Kasım 2010 sayısında yayınlanmış olup, tüm hakları Time Dergi Basım Yayım A.Ş.’ye aittir. muck
  
                           Cemaat Günlükleri: Gittim ve Dönemedim

                Yazıya başlamadan önce belirtmeliyim ki, röportaj yapmak üzere evden çıktığımda içimden bir ses bugünün hayatımın en zor günlerinden biri olacağını söylüyordu. Tabi kolay değildi, Fırat Tuncer ile röportaj. İki sokak aşağıya park yerine kadar yürüdükten sonra arabama bindim ve yola koyuldum. Biraz sonra radyoyu açtım ve bir haber kanalını dinlemeye başladım. O da nesi? Radyodaki tartışma programında konu yine Fırat Tuncer. Heyecanımın daha çok artmaması için radyoyu kapadım ve bir cd taktım. http://fizy.com/#s/1qwhwe sizlerle de paylaşmak istedim, buyrun dinleyin.

                Şarkının ahengine kendimi kaptırdım ve arabayı nasıl kullandığımı bile hatırlamıyorum. Derken kendisinin Minnesota’daki çiftlik evine bir saatlik araba yolculuğu sonunda ulaştım. Kapıda beni iyi giyimli korumalar karşıladı. Sanırım içlerinden bir tanesi Türktü çünkü İngilizce bilmiyordu kendisi.

                Evin kapısından içeri girdiğinizde inanın içinizi mutlak bir huzur kaplıyor ve sanki kendinizi tanrıya bir adım daha yakınmış gibi hissediyorsunuz. Mükemmel bir işçilikle döşenmiş salonda beş dakikalık bir misafirliğin ardından, görevliler gelerek beni kendilerinin yanına götürdüler.

                Ev sanki bir ilim irfan yuvasıydı, duvarlar da kendi sözlerinden oluşan duvar yazıları vardı sanırım merdivenleri çıkarken bir tanesini not aldım, anlamını henüz bilmiyorum Türkçe olduğu için fakat çok hoş bir deyişe benziyordu: “Her şey Fırat için, bugün Fırat için ne yaptın?”

                Merdivenleri çıkmamız bittikten sonra kendisini öğrencileriyle birlikte vakit geçirdiği odasında bulduk, tam bir ahenk içinde bir gülüyor, bir söylüyorlardı. Yanımdaki görevliye bu çocukların kim olduğunu sordum. İyi eğitimli “monşer” çocukları olduklarını, Amerikayı da Allahın izniyle bu çocuklarla düzlüğe çıkaracaklarını söyledi. İnanın biraz şaşırdım fakat farklı bir dünyadan gelip, bizim için bu denli çalışna insanları görünce inanın Texas ve Kansas’ta seçim dönemlerinde bastırılan ikiyüz dolarlık reklam paralarını gerçek sanan vatandaşlarımız adına utandım.

                Öğrencileri ile birlikte biraz daha vakit geçirdikten sonra çocuklara yemeklerini yemelerini ve Dart odasında, üzerinde Uğur Derin’in fotoğrafının bulunduğu alana atış yapmayı unutmamalarını da ekledi. Cemaatin Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Uğur Derin ile ne gibi bir alıp veremedikleri vardı? Sanırım bu soru şimdilik bir sır olarak kalacak.

                İleri derecede konuştuğu İngilizcesi beni şaşırtmıştı açıkçası fakat konuşmamızın ileriki bölümlerinde bir dönem İrlanda’da yaşadığını söyleyince hiç şüphesiz bu cool aksanın nereden geldiğini anlamış oldum. Konuşmuyor, sanki şarkı söylüyordu. Bu arada 2021 yılında İrlanda’nın şer’i yönetim şekline geçmesi sanırım kendisinin tohumlarını attığı oluşumlar sayesinde olmuştu. Konuşmamızın devamında kendisine bir takım sorular yönelttim, bu sorularımdan yola çıkarak diğer soracağım soruları kestiren sayın Tuncer başka soru sormama izin vermedi ve kendisi öğrenmek istediğim hemen her şeyi tüm gerçekliği ile anlattı.

Tara Dean: Efendim öncelikle bugün beni kabul ettiğiniz için size çok teşekkür ederim.
Fırat Tuncer: Ne demek Tara hanımcım, nası olsa ödeşiriz, siz de birgün beni kabul edersiniz.
T.D: Memnuniyetle efendim, gurur duyarım. Sizi bekletmeden konuya girmek istiyorum.
F.T: Buyrun.
T.D: Büyük bir cemaati yönetiyorsunuz ve aynı zamanda entelektüel çalışmalarınız var, nasıl oluyor da hepsine vakit ayırabiliyorsunuz.
F.T: Muhakkak kii onlar her olaya kendi gözünden bakanlardı...
T.D: Efendim cemaat diyordum.
F.T: Hea çok pardon, alıştık tabi senelerce tv’de Tayyibciğimi izlemeye, ona giydir buna giydi. Neyse ben konuyu dağıtmayayım. Bu iş sevgi işi gönül işi Tara hanımcım, dünyada hiçbir mal hiçbir mülk yoktur ki karşılığında biz bunları yapalım. Kat’iyen.
T.D: Peki kaynaklarınız nelerdir, çok büyük bir insan gücü olduğunu tahmin ediyoruz arkanızda fakat tüm bu gücü elde edebilmek için ne yaptınız, nasıl bir oluşum bu?
F.T: Deniz Fen... Eee tabi her oluşumun kendi sırları, kendi iç dinamikleri olacaktır, bizim de hamdolsun kendimize göre bir düzenimiz var.
T.D: Cemaate nasıl girdiniz peki? Özel bir soru değilse eğer lütfen cevaplar mısınız.
F.T: Ne demek Taracığım tabi anlatırım da sen öyle uzakta kaldın sanki, gel şöyle yakınıma otur.
T.D: Nasıl isterseniz efendim.
                ve sonra kendisi anlattı ben de notlar tuttum.

F.T: Senelerden 2006 idi. İstanbul’da, günaahın başkentinde bir üniversitede okumaya hak kazanmıştım. Geriye dönüp bakınca o eski günahkar günlerimi hatırlıyor ve ürperiyorum. Bir sene boyunca aldığım İngilizce eğitimden sonra fakülteye geçmiştim. Fakültemiz hani şimdi şu büyük Boğaz Camii’nin olduğu yerdeydi. Gelelim cemaate katılma sürecime; yine bir doğum günüm, 10 Aralık, senelerden 2007. Sevdiğimiz arkadaşlarımızla birlikte Ortaköyde kutlama yap... pardon, günah işlemeye gitmiştik. Düzinelerce genç erkek ve kadın, artık varın siz düşününa alkolün nasıl tüketildiğini o gece. Düşündükçe ellerim titriyor, bakın tutun ellerimi..
                Gecenin ilerleyen saatlerinde tabi Vodka’nın da üzerimde bıraktığı etkiyle karşımda oturan kızın bir morfolojik değişim sürecine girmesi beni daha da bir günah yollarına sürükledi fakat günahı işleyemeden çoktaan etrafa kusmaya başlamıştım.
T.D: Böyle iyi mi?
F.T: Evet canım gayet iyi ama bi dahaki sefere tırnaklarnı daha da uzat olur mu?
F.T: Tabii alkolün, o rez’il içkinin etkisi yalnızca beni etkilemiyor, arkadaşlarımın da damarlarında dolaşıp onların hayatlarını zehrediyordu. Misal bir tanesi yurt odasında iki yatak arasına düşmüş, düşerken de yatağa tutunmaya çalıştığı için yatak da üzerine düşmüş, o kafayla arkadaşım kendisini tabutta sanıyor ve üzerine toprak atıldığını düşünüyor. Bakın görüyor musunuz bu insanın masumiiyetini, manevi duygularının yoğunluğunu. Kendisi de şu anda İzmir’i gavurlarlardan korumak için çalışmalar yapıyor uzattığı mübarek sakallarıyla.
                Kendimi bir ara Ortaköy meydanında oturup sallanırken hatırlıyorum, ardından bir zeka küpü arkadaşım gidiyor ve büfeden o soğukta buz gibi bir su alıyor ve kafamdan aşağı döküyooor. Oğlum deli mi z.kti seni dememe kalmıyor ve tüm suyu başımdan aşağı döküyorlar. Ne büyük işkene değil mi Taracığm?
                Sonra karanlık günah tarlaları içinden bir kardeşimiz çıka geldi. Damarlarındaki sıfır promil alkolün de verdiği güçle adam beni ve bir günahkar arkadaşımı daha taksiye bindirerek, bilinmez bir yöne doğru yola koyulduk.
                Sabah olmuş ve hava aydınlanmıştı, bir uyandım ki ne göreyim. “La olum ben bu evde kaldım hatırlıyorm bu evi” diyordum kendi kendime. Olamaz, bu bir mucizeydi. Daha önce gelmediğin bir evi nasıl avcunun içi gibi bilebilirdin ki? Takdir sizlerin. Ama yanları da kaşı biraz Tara, hep aynı yere kuyu kazıyosun valla!
                Biraz ayıldıktan sonra yanımda bir leğen olduğunu gördüm, böyle gecelerden sonra genelde en iyi arkadaşlarımdı leğenler. Evde her uyanan kardeş yanımıza gelip Selamun Aleyküm diyerek halimizi hatırımızı sordu. Birden dedim ki, rabbim işte olmam gereken yer benim burası. Ve olaylar böyle gelişti.
T.D: Sana elma getirdim aşkım.
F.T: Soy da ver!
T.D: Çok maçosun ama sen ya!
F.T: Hee noldu, hoşuna gitmedi mi?
T.D: Gitmedi!
Y.T: Denmes! Denmes!
F.T: Oğlum 25 yaşına geldin hala denmes diyosun ulan. Başka sözcük yok mu bildiğin?
                   

27 Ara 2010

Really add it like Devlet Bahçeli

      Efenim merhabalar tekrar. Arayı açtık biraz farkındayız, gerek bu dönemde almak zorunda bırakıldığımız 9 ders olsun gerekse de diğer uğraşlarımıza ayırdığımız vakitten pek fırsat bulup da yazı yazamadık. Hayır zaten çok da yazan bir kişi değilim fakat; yazacaam oğluum!

      Başlığımızdan da anladığınız üzere bugün Devlet Bahçeli ile ilgili çok önemli bilgiler aktaracağım size!

      Şaka lan şaka. Çok da fifiydi Devlet amca. Daha önemli konularımız var. Kendimi siz halkıma karşı sorumlu ve bir o kadar da sorunlu hissettiğim için hem aranızda gözükmüyor, hemi de sizler için çalışıyorum. Vallahi de bulamazsınız böylesini, zohohoho.
 
      Şimdi canlar kafam bi karışık ki söylesem inanmazsınız o yüzden ne ben yalancı durumuna düşeyim ne de siz boş gözlerle bakın. Bi kutu nutella bitirdim yine acayip dengesiz bi insan oldum, elim dursa ayağım durmuyo naletyus.com .

      Bu aralar bi projem var, Istanbul by Night tadında bişeyler yapıcam fakat öncelikle yağmurların durmasını beklemeliyim. Neden yazdım buraya? Buraya yazmazsam biliyorum ki kıçımı yayacağım. En iyisi böyle.


Flaş Flaş Flaş... Fırat Tuncer: "En iyisi böyle" dedi.
      Hee dedim de noluyo oğlum bu magazin haberi esintileri filan? Habere konu olana manken bedava mı tööbe tööbe. Çıkarma bokunu bi zahmet. Bak kafam da karıştı. Allam süpaneke, dinimiz amin.

      Bi ara bi arkadaşa nası böyle şımarık olabildğimi anlatan bi yazı yazma sözü vermiştim. Hadi bari ona çevirelim konuyu. 

"Nasıl böyle oldum" dedi.
       Anladım çoktan çıktı bunun b.ku. Kibar yazayım da kurtaralım birazcık. Şimdi sorunun sahibi arkadaş, bak canım şımarığım maçoyum tamam ama perdelerimi kaldırdığımda ki o perde kaldıraçları som altından bizim evde gene şımarığım gene şımarığım. Yok yapıcak bişey yok malesef.

      Çok uzun zamanlar önceydi... Yani Fener'in Türkiye Kupasını kazanabileceğine inanılan yıllar.. 4-5 yaşındayım, hemi de deli gibi yağuşukluym. Mahallede de ablalar var beni çok severler. Ben elliycem dedim onlar elletti, ben elliycem dedim onlar elletti, bacakları hea aman çıkar delinin biri de "ulan o ellediğin bacak benim eşimin bacaa" der vurur hiç uğraşamam şimdi kurşunu elini kaldırmak suretiyle yavaşlat sonra gözünlen durdur, akabinde de ajan simitin bi tarafına.. Tembel adamım uğraşmam.  Diyeceğim o ki, hacı ben de bilmiyorum neden böyle şımarık olduğumu valla. Allah belanı versin ki bilmiyorum.

"Unutulanlar Unutanları Asla Unutmazlar!" dedi.
      Bak yalan konuşma bari dış ses, konuşurken ünlem kullanmam ben. Ayrıca da onu söyleyen İbrahim Erkal'dı. Sarışın bi ablamız vardı onla klibini bile hatırlıyorum.
      
"İnat Etme Gel Barışalım" dedi.
      Bunu söyleyen de ben değilim, alt komşu. İnişli çıkışlı bir birlikteliği her hafta başı bitirip diğer hafta başı birleşen bu güzide çiftimiz, bana da ikili ilişkiler konusunda bir İskenderiye Feneri gibi katkıda bulunuyorlar. Muhabbetlere ölürsünüz duysanız. Ben bazen işi gücü bırakıp dinliyorum vallahi. Geçen ay her akşam "Seviyorum ulan, seviyorum oooğlum" nidaları ile inletiyordu apartmanı çiftimizin erkek bireyi. 

      Sözün özü abilerim ablalarım, kaçıyorm ben. Ocakta yemeğim var. Eee ne de olsa çapkınım ben!


"Çapkınım" dedi.
      Laaaaan! Delirtme adamı, asabiye çıkıyo adımız sonra. Hadi ben kaçtım. muck

19 Tem 2010

Mayday Mayday Mayday!!

       Abiiii!! Böyle politik politik ileti yazıp akapeye küfür eden arkadaşlarınızla tanıştırın beni yea!! Çok ciddiyim ve bu sefer cinsiyet ayrımı bile yapmıycam söz! (küfreden kızlar çok çekici geliyo bana, en fazla bi pozitif ayrımcılık olur olsa olsa xD) hatta hep bir bi mizah dergisi mi çıkarsak salt "politik" ve "kara" mizah örnekleri içeren, ilerde palazlanıp ferrari alabilme kaygısı gütmeksizin yaşayan arkadaşlarla.. Ne diyorm ben yea? Çok proje havamdayım şu günlerde, Türkçeyi düzgün kullanmaya bile çabalıyorum yani ne alakaysa ve şunu söyleyebilirim ki sevgili, yokluklarında kendimi bir hiç gibi hissettiğim halkım, evlilik dışında tüm ileriye dönük projik tekliflere açığım, kapatabilene iki porsiyon iskender.. Hadi olm lan, hiç olmadı bi he deyin de bi yerim şişmesin!! 
P.S: Sizi seven Kağrşiniz!





       Ha bi de canlar, Windows Embedded ile ilgili çalışma yapmış, çalışma yapan arkadaşı olmuş, çalışma yapmış olanı bi yerlerden duymuş olan varsa aranızda bi poke filan edin ya dürtün beni avkey? 
       Güncel hayatla ilgili "mantıklı" ve projelendirilmeye müsait sorununu bize bildiren arkadaşlarımız arasından fikrini en beğendiğimize belki elma şekeri filan alırız bilmiyorum karar vermedim ama kazanmamız gereken bi yarışma var. Hadi bize yardım edin Türkiye*!! Sizler olmasak biz yokuz filan yani; öyle işte! Dün ampulle olan ilişkinden dolayı sana sktiri çektim biliyorum ama olur aramızda böyle şeyler!! 




* Lan sanki ikiden fazla okuyanımız var alla allaa, proje fikrine ihtiyacım var anlasanıza ALLAHSIZLAAAAR!!

18 Tem 2010

Hanimiş benim halkııım?

      Dün İstanbul'u yönetenlere tramvayda yüksek sesle ettiğim masum küfürler pek hoş karşılanmadı, oysa ki sadece "Ben bu kenti yönetenlerin taa .." diye başlamıştım. Masumum lan ben! Hadi dedik olur dedik yürüdük gittik ama 10 dakka sonra Dolmabahçe'de Kutsal Ampul İnsanı tayyib karşıladı şahsımızı.. Kötü güüün kötü güün dedim geçtim geçmesine de bendeki bu bol kepçe küfür sorununu nasıl halledicez hiç bilmiyorum. 






      Aslında tüm suç saygıdeğer ebeveynlerimin, şöyle ki, efenim ben küçükken de çok küfür ederdim.. Hatta piçin önde gideniydim.. Küfür eden çocuğun ağzına acı biber sürülmesi gerekir; şurdan biliyorum “Anneliğin Altın Kuralı” isimli kitabın kapağında gördümdü tee bi zamanlar.. Kapakta anne bebek bi de acı biber vardı ki takdir edersiniz ben o sıralar okumanın hazzına henüz ulaşamamış zavallı ezik aynı zamanda beybifeyiz bi velettim ki derginin adını da kafamı referans noktası almamız durumunda -1 metrelik bir rakımdan uydurduğum pek de bi belli. Sırf ben terbiye sahibi bir birey olayım diye 6 yaşımda doğup büyüdüğüm topraklardan zalımca aldılar kopardılar, iki mahalle öteye taşıdılar zalımlar!! Sonra noldu, senelerce birlikte büyüyüp kendisilerine rahaaatça küfür ettiğim yoldaşlarımın yaşadığı mahalleden, benim için dalından gül koparabilen kızların bulunduğu (What uuuuup?) mahalleye geçince tabi ben böyle bi mala bağladım doğal olarak..
      Netekim gelicem gelemiyorum, bak dur aklıma gene bişey geldi, geçen gün bi stadium dolusu adam bi dene portekizli serseri için acayip sesler çıkararak – bazı kaynaklara göre zevkten dört köşe olmuş bi şekilde bağırmışlar yahu.. Tövbeeee.. Hadi stadda bağıran hatun bacı kardeşlerimi anladım da lan size noluyo? Koynunuza mı alcanız herifi ne bu salaklık? Sözüm sırf portekizli serseri için çığlıklar atanlara değil, bunun bi de ispanyol versiyonu gelcek, onun için de daha gelmeden bağıranlara da aynı zamanda nihahaha..

       Neyse çok da lülü.. Demem o ki çok yaşa social networking, siz halkıma ulaşmam için bir fırsatsın seen!!

       Hani var ya böyle manken çakması şarkıcı bozuntuları – onlar kendilerine sanatçı diyolar ama şükürler olsun ki bir sanatçıyla bir kaltak arasındaki farkı şıp diye çözüyorum, size de ipuçları verim de tecrübelerimden faydalanın.. Ya da vazgeçtim faydalanmayın..

       Biliyorum daldan dala atlamak konusunda üstüme yok ama; tayyip kooooş… demek istiyorum, ama koşamasın da istiyorum ama bu günün konusu değil bu.. Nası olsa sekiz senedir aynı terane.. “Mağduruz biz amcaaa, elma şekeri verdiler bizeee, inşaata götürdüler sonrraaa” edebiyatı tüm akp kadrolarında yaygın bir reklam şekli; millet olarak da inandık tabi bu inşaat macerasına fakat ortada ne inşaat var, ne “Gel sana elma şekeri alıcam bak” diyen bıyıklı gıllı bi amca; ellerinde tuttukları elma şekerinin ise nerden geldiği belli bile değil. Ey Türk Milleti, senin kaderinde bir elma şekerinin olduğuna inandıranlarla sana mutluluklar, bu saatten sonar hiç zkmde değilsiniz..

      İşte sevgili halkım, benden bi halt olmaz, ben inanmıyorum siz de inanmayın. Bi de benden borç para istemeyin laaağn!

      Öptüm mucka.