28 Ara 2010

Cemaat Günlüklerim

Biraz sonra okuyacağınız ve Fırat Tuncer ile yapılmış olan bu röportaj Time dergisinin Kasım 2010 sayısında yayınlanmış olup, tüm hakları Time Dergi Basım Yayım A.Ş.’ye aittir. muck
  
                           Cemaat Günlükleri: Gittim ve Dönemedim

                Yazıya başlamadan önce belirtmeliyim ki, röportaj yapmak üzere evden çıktığımda içimden bir ses bugünün hayatımın en zor günlerinden biri olacağını söylüyordu. Tabi kolay değildi, Fırat Tuncer ile röportaj. İki sokak aşağıya park yerine kadar yürüdükten sonra arabama bindim ve yola koyuldum. Biraz sonra radyoyu açtım ve bir haber kanalını dinlemeye başladım. O da nesi? Radyodaki tartışma programında konu yine Fırat Tuncer. Heyecanımın daha çok artmaması için radyoyu kapadım ve bir cd taktım. http://fizy.com/#s/1qwhwe sizlerle de paylaşmak istedim, buyrun dinleyin.

                Şarkının ahengine kendimi kaptırdım ve arabayı nasıl kullandığımı bile hatırlamıyorum. Derken kendisinin Minnesota’daki çiftlik evine bir saatlik araba yolculuğu sonunda ulaştım. Kapıda beni iyi giyimli korumalar karşıladı. Sanırım içlerinden bir tanesi Türktü çünkü İngilizce bilmiyordu kendisi.

                Evin kapısından içeri girdiğinizde inanın içinizi mutlak bir huzur kaplıyor ve sanki kendinizi tanrıya bir adım daha yakınmış gibi hissediyorsunuz. Mükemmel bir işçilikle döşenmiş salonda beş dakikalık bir misafirliğin ardından, görevliler gelerek beni kendilerinin yanına götürdüler.

                Ev sanki bir ilim irfan yuvasıydı, duvarlar da kendi sözlerinden oluşan duvar yazıları vardı sanırım merdivenleri çıkarken bir tanesini not aldım, anlamını henüz bilmiyorum Türkçe olduğu için fakat çok hoş bir deyişe benziyordu: “Her şey Fırat için, bugün Fırat için ne yaptın?”

                Merdivenleri çıkmamız bittikten sonra kendisini öğrencileriyle birlikte vakit geçirdiği odasında bulduk, tam bir ahenk içinde bir gülüyor, bir söylüyorlardı. Yanımdaki görevliye bu çocukların kim olduğunu sordum. İyi eğitimli “monşer” çocukları olduklarını, Amerikayı da Allahın izniyle bu çocuklarla düzlüğe çıkaracaklarını söyledi. İnanın biraz şaşırdım fakat farklı bir dünyadan gelip, bizim için bu denli çalışna insanları görünce inanın Texas ve Kansas’ta seçim dönemlerinde bastırılan ikiyüz dolarlık reklam paralarını gerçek sanan vatandaşlarımız adına utandım.

                Öğrencileri ile birlikte biraz daha vakit geçirdikten sonra çocuklara yemeklerini yemelerini ve Dart odasında, üzerinde Uğur Derin’in fotoğrafının bulunduğu alana atış yapmayı unutmamalarını da ekledi. Cemaatin Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Uğur Derin ile ne gibi bir alıp veremedikleri vardı? Sanırım bu soru şimdilik bir sır olarak kalacak.

                İleri derecede konuştuğu İngilizcesi beni şaşırtmıştı açıkçası fakat konuşmamızın ileriki bölümlerinde bir dönem İrlanda’da yaşadığını söyleyince hiç şüphesiz bu cool aksanın nereden geldiğini anlamış oldum. Konuşmuyor, sanki şarkı söylüyordu. Bu arada 2021 yılında İrlanda’nın şer’i yönetim şekline geçmesi sanırım kendisinin tohumlarını attığı oluşumlar sayesinde olmuştu. Konuşmamızın devamında kendisine bir takım sorular yönelttim, bu sorularımdan yola çıkarak diğer soracağım soruları kestiren sayın Tuncer başka soru sormama izin vermedi ve kendisi öğrenmek istediğim hemen her şeyi tüm gerçekliği ile anlattı.

Tara Dean: Efendim öncelikle bugün beni kabul ettiğiniz için size çok teşekkür ederim.
Fırat Tuncer: Ne demek Tara hanımcım, nası olsa ödeşiriz, siz de birgün beni kabul edersiniz.
T.D: Memnuniyetle efendim, gurur duyarım. Sizi bekletmeden konuya girmek istiyorum.
F.T: Buyrun.
T.D: Büyük bir cemaati yönetiyorsunuz ve aynı zamanda entelektüel çalışmalarınız var, nasıl oluyor da hepsine vakit ayırabiliyorsunuz.
F.T: Muhakkak kii onlar her olaya kendi gözünden bakanlardı...
T.D: Efendim cemaat diyordum.
F.T: Hea çok pardon, alıştık tabi senelerce tv’de Tayyibciğimi izlemeye, ona giydir buna giydi. Neyse ben konuyu dağıtmayayım. Bu iş sevgi işi gönül işi Tara hanımcım, dünyada hiçbir mal hiçbir mülk yoktur ki karşılığında biz bunları yapalım. Kat’iyen.
T.D: Peki kaynaklarınız nelerdir, çok büyük bir insan gücü olduğunu tahmin ediyoruz arkanızda fakat tüm bu gücü elde edebilmek için ne yaptınız, nasıl bir oluşum bu?
F.T: Deniz Fen... Eee tabi her oluşumun kendi sırları, kendi iç dinamikleri olacaktır, bizim de hamdolsun kendimize göre bir düzenimiz var.
T.D: Cemaate nasıl girdiniz peki? Özel bir soru değilse eğer lütfen cevaplar mısınız.
F.T: Ne demek Taracığım tabi anlatırım da sen öyle uzakta kaldın sanki, gel şöyle yakınıma otur.
T.D: Nasıl isterseniz efendim.
                ve sonra kendisi anlattı ben de notlar tuttum.

F.T: Senelerden 2006 idi. İstanbul’da, günaahın başkentinde bir üniversitede okumaya hak kazanmıştım. Geriye dönüp bakınca o eski günahkar günlerimi hatırlıyor ve ürperiyorum. Bir sene boyunca aldığım İngilizce eğitimden sonra fakülteye geçmiştim. Fakültemiz hani şimdi şu büyük Boğaz Camii’nin olduğu yerdeydi. Gelelim cemaate katılma sürecime; yine bir doğum günüm, 10 Aralık, senelerden 2007. Sevdiğimiz arkadaşlarımızla birlikte Ortaköyde kutlama yap... pardon, günah işlemeye gitmiştik. Düzinelerce genç erkek ve kadın, artık varın siz düşününa alkolün nasıl tüketildiğini o gece. Düşündükçe ellerim titriyor, bakın tutun ellerimi..
                Gecenin ilerleyen saatlerinde tabi Vodka’nın da üzerimde bıraktığı etkiyle karşımda oturan kızın bir morfolojik değişim sürecine girmesi beni daha da bir günah yollarına sürükledi fakat günahı işleyemeden çoktaan etrafa kusmaya başlamıştım.
T.D: Böyle iyi mi?
F.T: Evet canım gayet iyi ama bi dahaki sefere tırnaklarnı daha da uzat olur mu?
F.T: Tabii alkolün, o rez’il içkinin etkisi yalnızca beni etkilemiyor, arkadaşlarımın da damarlarında dolaşıp onların hayatlarını zehrediyordu. Misal bir tanesi yurt odasında iki yatak arasına düşmüş, düşerken de yatağa tutunmaya çalıştığı için yatak da üzerine düşmüş, o kafayla arkadaşım kendisini tabutta sanıyor ve üzerine toprak atıldığını düşünüyor. Bakın görüyor musunuz bu insanın masumiiyetini, manevi duygularının yoğunluğunu. Kendisi de şu anda İzmir’i gavurlarlardan korumak için çalışmalar yapıyor uzattığı mübarek sakallarıyla.
                Kendimi bir ara Ortaköy meydanında oturup sallanırken hatırlıyorum, ardından bir zeka küpü arkadaşım gidiyor ve büfeden o soğukta buz gibi bir su alıyor ve kafamdan aşağı döküyooor. Oğlum deli mi z.kti seni dememe kalmıyor ve tüm suyu başımdan aşağı döküyorlar. Ne büyük işkene değil mi Taracığm?
                Sonra karanlık günah tarlaları içinden bir kardeşimiz çıka geldi. Damarlarındaki sıfır promil alkolün de verdiği güçle adam beni ve bir günahkar arkadaşımı daha taksiye bindirerek, bilinmez bir yöne doğru yola koyulduk.
                Sabah olmuş ve hava aydınlanmıştı, bir uyandım ki ne göreyim. “La olum ben bu evde kaldım hatırlıyorm bu evi” diyordum kendi kendime. Olamaz, bu bir mucizeydi. Daha önce gelmediğin bir evi nasıl avcunun içi gibi bilebilirdin ki? Takdir sizlerin. Ama yanları da kaşı biraz Tara, hep aynı yere kuyu kazıyosun valla!
                Biraz ayıldıktan sonra yanımda bir leğen olduğunu gördüm, böyle gecelerden sonra genelde en iyi arkadaşlarımdı leğenler. Evde her uyanan kardeş yanımıza gelip Selamun Aleyküm diyerek halimizi hatırımızı sordu. Birden dedim ki, rabbim işte olmam gereken yer benim burası. Ve olaylar böyle gelişti.
T.D: Sana elma getirdim aşkım.
F.T: Soy da ver!
T.D: Çok maçosun ama sen ya!
F.T: Hee noldu, hoşuna gitmedi mi?
T.D: Gitmedi!
Y.T: Denmes! Denmes!
F.T: Oğlum 25 yaşına geldin hala denmes diyosun ulan. Başka sözcük yok mu bildiğin?
                   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder