31 Tem 2011

Hayat Tercihlerde Gizlidir



Merhaba arkadaşlar. Bu yazıyı yazma amacım, seneler once başladığım üniversiteye giriş yolculuğunda, mezuniyetime kadar geçen sürede yaşadıklarım ya da yaşayamayıp bundan hayıflandığım konulardan bahsetmek. Biraz uzun soluklu bir yazı olabilir fakat bir zamanlar tıpkı sizler gibi dershane köşelerinde çözmek için zeka gerektirmeyen o malum sorularla boğuşarak geçirdim senelerimi. Bu da yetmedi ve ancak girdiğim üçüncü üniversite sınavında istediğim bölüme yerleşebildim.

Tembel bir öğrenciydim, bunu hiç bir zaman inkar etmedim. Başkaları deli gibi ders çalışırken ben biraz gezer biraz tozar, biraz da kitap okurdum. Lise hayatımın özetidir aslında bir önceki cümlem. Hiç bir zaman ailem tarafından bir başkasının çocuğuyla kıyaslanmadım ki benim için bir başkasının yaptığının önemli olmayışını onlar sayesinde öğrenmiştim. Tabi ki annemin arkadaşlarının çocuklarının yaptıkları netleri, çıkardıkları puanları ballandıra ballandıra anlatmaları kendisinde biraz burukluk yaratmıyor değildi, bunu hissedebiliyordum fakat koca lise hayatım boyunca toplasanız bir kaç tane sınava çalışmışımdır, hepsi bu kadar.

Çalışmadığım ilk seneki üniversite sınavı sonrası o zamanki arkadaşlarımın çoğu bir üniversiteye yerleşmişlerdi ve ben yetmişbin nüfuslu güzel memleketimde yapayalnız kalmıştım. Zaten üç yıl okuduğum okulumda, arada sırada bahçesinde basketbol oynamaya gittiğim okuldaki kadar arkadaşım yoktu, hiç olmamıştı. Sıkıcı ve aptalca olduğuna inandığım lise hayatım boyunca okuduğum kitaplar ve akşamları babamla yaptığımız konuşmalar dışında hiç bir şey öğrendiğimi düşünmedim ve halen de böyle düşünüyorum. Sıfır denebilecek bir lise hayatı. Neyse ki diğer okuldan arkadaşlarım çoktu, haftasonları dershanede ya da sinema salonlarında görüşüyor, bir haftanın sıkkınlığını onlarla buluşarak bir nebze olsun azaltabiliyordum.

İşte o ilk sınav sonrası hemen hepsi bir yerlere gitti. Ankara, İzmir, İstanbul… Fırat ise ders çalışmayı reddederek hayatını geçirdiği memleketinde kaldı. Ardından senelerce yapmayı unuttuğu ders çalışma işini deneyerek geçti bir kaç ayı. Halen nasıl ders çalışması gerektiğini tam olarak bilmiyor ve değişik yöntemler deniyor duruyordu. O zamanlar 45 matematik sorusu çıkardı bize sınavlarda ve ben 13 doğru 20 yanlış yapmıştım ikinci senemdeki ilk sınavda. Açı sorularının göz kararı çözülebileceğini filan düşünüyordum yani o kadar…

Sonra işte bir şey oldu. Herkesin hayatında olur. Kimisinin ki geç, kimisinin ki erken; ama olur. Sağı solu etrafı düşünmeden sadece kendiniz istediğiniz için bir şeyler yapmaya çabalamaya başlarsınız. Yaptım, oldu; mu acaba? Tabi ki hayır. O kadar senenin acısını bir senede çıkarmak pek mümkün değildi fakat artık kendime güvenim vardı. Nasıl çalışacağımı biliyor ona göre hareket ediyordum. İkinci yıl hedefim olan Yazılım Mühendisliği okuma hevesi senenin sonunda kendime olan güvenimle birlikte bende ‘Burslu Yazılım Mühendisliği’ okuyabileceğim fikrine dönüştü. İlk kez aileme yük olmamak için bir seçim yapmıştım ve sanırım bu konuda haklıymışım. Son sene Bahçeşehir Üniversitesi Yazılım Mühendisliğine ÖSYM burslusu olarak girdim... Evet her şey burada bitiyordu değil mi artık? Cool bir adı olan Yazılım Mühendisliği öğrencisiydim, seçilmiş kişi gibi bir şeydim. Üç yıllık süre zarfında onlarca sınava girmiştim ve sonunda bu bölüm. E artık onbindolar maaşım da garanti değil miydi? Siz bu kadar mal olmayın diye yazıyorum, değilmiş.

Üniversitede de ders seçmeye devam ettim. Bu kadar mal bir ders olmaz dediğim bir kaçı için çalışmayı bırakın, sınavları için kitap kapağı dahi kaldırmadım. Başlarda özel olduğuma kendimi inandırdığım bu gibi durumlarda hep o derslerden yüksek notlar alarak geçtiğimi gördüm. Ben mi özeldim? Yek yaa!

Okuldan ve İstanbul’dan fazlasıyla sıkıldığım bir gün Erasmus ofisine gittim. Seçtiğiniz okulun yurtdışı anlaşmalarını araştırmanızı tavsiye ediyorum. O gün verdiğim o karar beni hiç aklımda olmayan arkadaşlıklara, güzelliklere sahip olmaya kadar götürdü ve bu başta benim için yalnızca ‘derse de girmek istemiyorum, Erasmus ofisindeki güzel koordinatorle muhabbete gideyim’ tarzı saçma salak bir karadan ibaretti.

Üniversite hayatının ve arkadaşlığının ne olduğunu İrlanda’da öğrendim, bir olmanın, birlik olmanın. Bir ve birlik olmak için aynı dili konuşma gerekliliğinin olmayışını da orada öğrendim. Kendi dilimi konuşanlarla anlaşamazken o insanlarla pek de rahat anlaşabiliyor olduğumu gördüm, insan ilişkilerinde daha sevecen olmamı sağladı tabi bu durum.

Rüya gibi geçen bir senenin sonunda tekrar Bahçeşehir Üniversitesi’ne döndüğümde ise hakkaten bu okula hiç gelmemiş olmayı diledim. Yine bir facia hissi, aylarca sözde kendi okulum olan yere alışamama durumu filan. Bazen bir yere ait olmadığınızı düşünürsünüz ya, olmuştur bir çoğunuzda… Ben düşünmüyor, biliyordum artık. Yerim hiç bir zaman orası olmamıştı…

Bu yazıyı çok daha uzatabilirim, belki sıkılır bırakır belki de sonuna kadar okursunuz, bilemem fakat şunu söylemeliyim. Başkalarının yaptıkları beni ilgilendirmediği için yalnızca kendi hayatımdan örnek verebilirim sizlere…

Bugüne kadar ne istediysem yaptım. Bazen geç, bazen erken. Bazen doğru, bazen yanlış. Bazen yalnız, bazen birlikte… Ne yaptıysam yapmayı, olmayı istediğim için yaptım, annem ya da babam için değil. Sizlere tavsiyem, kendinizi bilin, tanıyın. Herkes bir mühendislik dalında okumak zorunda değil. Yeteneğiniz olduğuna inandığınız bir konu varsa eğer sıkı sıkı tutunun ona. Tutunun ki ilerde göreceksiniz bazen tutunabildiğiniz tek dalınızın o olduğunu. Bir de sevin. İnsanları sevin, kuşu sevin, böceği sevin ama sevin. Tüm varlığınızla sevin engellere aldırmaksızın. Böyle yaparsanız göreceksiniz, siz başarılı olmayacaksınız, başarı gelip sizi bulacak.

Hepinize hayatlarınızda başarılar arkadaşlar. Dediklerimi unutmayın. Kaybetmekten de sakın ama sakın korkmayın.

26 Tem 2011

Deniz Yıldızı Misali


Selam canlar, hep ben, yine ben, yeni ben. Size bugünkü sosyal yaşam maceralarımı aktaracağım yalnız bunları public place’te denemeyeceğinize söz vermelisiniz. Muck.

İyi kötü her insanın birisine ‘tipim değilsin xcaaaan’ demişliği vardır. Hayır ben bile dedim siz de demişsinizdir bence. Bu laf aslında ne anlama gelir kesinlikle hiç bir fikrim yok. Kendi ağzımdan çıkarken de anlam verememiştim zaten. Olm insanın ‘tipi’ mi olurmuş lan? Hayır, diyemedim işte çirkinsin, gülünce Veliefendi’de ıskartaya çıkarılmış sütçü beygirlerine benziyosun. Dedim bacım arkadaş olarak görüyorum ben seni, hem de tipim değilsin. İnsan insana demez be olm. Misal, ironik bir şekilde 24 yaşına gelip hala sevgilisi olmamış bir insan kurabiliyor bu cümleyi. Geri zekalının başkanı, sen tipi filan geç de git ‘Beyaz Atlı Prensimi Ararken Nasıl Yaya Kaldım’ isimli gerilim-korku dalında altın bok’a aday bi kitap yaz pliz.

Hatırlayanlarınız vardır, Bostancı’ya taşınmamın ardından geçen 2 aylık dönemde müthiş asosyal bir dönem geçirmiştim. Kimseyle tanışmadım, hatta o kadar ki şu kasiyer kurlarımdan hiç birisini bile yapmanın içimden gelmediği bir iki aydı. Kabus yani. O zamanki halim geldi aklıma bugün şirkete adımımı attığımda. Tanrım dedim, ne acı günlermiş. Sonra tabi fingers crossed… Bele umutsuuuz, hayalsiiiz geçen günlerdi benim için. Bu arada kasiyer, help desk ve hasta kabul flörtlerim hakkında nasıl yapıldığını öğrenmek isteyen arkadaşlar bana maille filan ulaşabilirler. Umut bağlamamaları kendi yararlarına olur zira onlara kocaman bir ‘NAAAAH!’ çekerim. Genlerimde var şekerim, hohohooo!

İş çıkışında bir şeyler yapmalıydım; insanlar mutsuz, insanlar umutsuz. Bir babyface’e ihtiyaçları vardı. Veee ben geldim. Dıpdıssdıpdıss. Sonunda kafama koyduğum şeyi yaptım. Hem tasarladım, hem de yaptım. Gene olsa bilmiyorum yaparmıyım fakat yaptım. Üç tane çirkin kız çocuğu seçtim iş çıkışı ve onlara bir beğeni belirtircesine gülümsedim. Beğendim mi peki? Nayn! Seçtiğim üçü de gayet hoş karşılayıp kendileri de nazik bir şekilde bana gülümsedi. Sonuç ne frtncr diyosunuz değil mi? Ne olmasını beklediğinizi bilmiyorum ama amacım tamamiyle, tanımadığım üç insanın akşamlarını beğenilme duygusunun getirdiği kendine güvenle geçirmelerini istedim. Hani şu deniz yıldızı misali, bak onun için değişti. Ben yaptım, siz de yapabilirsiniz. Hatta yapın lan, ne o mal mal önüne bakıp da yürümeler. Biraz sağı solu kesin yani, litfen. Her boku da ben öğretemem sizlere değil mi? Hadi ben kaçar, ömrümü sizlerin arasında geçirmiycem pek tabii ki. Parçası olduğum bir sosyal yaşantı, bir seçkinler kulübü var. Biz Beyaz Türklere hayat çok zor anacım bilemezsiniz yani. Hadi Öberim.Öbersin.Öbmez.

Yarın söz ciddi bir şeyler yazmayı düşünüyorum. Şikayete gelmeyin o yüzden.

22 Tem 2011

Blogumda Bir Terbiyesiz Var



İsmail Dümbüllü’yü bilirsiniz, ki eğer bilmiyorsanız kendisine büyük haksızlık ediyorsunuzdur, bir kaç dakikanızı ayırıp kim olduğuna en azından bir göz atın.

Zamanın birinde üstat yine bir gösteride performansını sergilerken birden suratının orta yerine bir ‘hıyar’ atılır. Ciddiyetini bir nebze olsun bozmayan Dümbüllü ‘Aa görüyor musunuz biri sahneye kartvizitini attı.’ der. Bizimkisi de o misal...

Uzun zaman önce karar vermiştim blog yazmaya ve bunda hiç bir kimsenin zerre kadar etkisi olmamıştır. Belirli bir konu üzerine mi yoksa serbest şekilde istediğim konuyu yazıp yazmama üzerine de uzun uzun düşünüp, kimsenin benden bir şeyler öğrenmek için çırpınmadığına ve aklıma ne geliyorsa spontane bir şekilde o konuyla ilgili yazmam gerektiğine kanaat getirdim. Okunan bir blog yazarı ile ‘sadece yazan’ bir blog yazarı olma arasındaki çizgiyi de göz önünde bulundurarak olası okunmama durumunu da göze aldım yazmaya başladığımda...

Zaman zaman hayatlarımıza insanlar girer, hoşlanırız, kimine aşık olur, kimisine de aşık olduğumuzu sanar ortalıklarda saf saf dolanırız. Tıpkı bu durum gibi, bazen bir bloğa ve yazarına dadanırız, çok güzel yazıyorsun deriz ki bu ve benzeri sözler okunmamayı göze alarak yalnızca içinden geçenleri bir yere aktarmak isteyen biri için fazlasıyla sevindiricidir, yazma isteğini arttırır. Fakat her zaman beğendiğimizden takip etmeyiz bir kişiyi ve blogunu. Belki kuyruk acımız vardır, kendisi siklenmemiştir filan ya da ne bileyim hakkaten kuyruk acısı vardır. Sizi okumaya başlar, ya da daha önceden başlamış olduğunu düşünürsek, okumaya devam ediyor diyebiliriz. Sonra durmaz, anonim olarak yorum yazmaya filan başlar ne bileyim. Daha uzatmak istemiyorum yazıyı.

Sen cinsiyetini ve kim olduğunu sallamadığım arkadaş. Benden o dediğin olmaz ama sen galiba kartvizitini düşürmüşsün. Öperim. Önüme de çıkma hiç acımam. 

Herkeslerden de özür dilerim.
From Denizotobüsü with Heartfull of Hate!

19 Tem 2011

Ağıt




Göz gamın ne olduğunu bilseydi,
gökyüzü bu ayrılığı çekseydi,
padişah bu acıyı duysaydı;
göz gece demez gündüz demez ağlardı,
gökler yıldızlara, güneşle, ayla
gece demez gündüz demez ağlardı.
padişah bakardı ününe,
tacına, tahtına, tolgasına, kemerine,
gece demez gündüz demez ağlardı.

Gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı,
uçan kuş avlanacağını bilseydi,
gerdek gecesi bu özlemi görseydi;
gül bahçesi hem güle hem dala ağlardı,
uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı,
gerdek gecesi öpüşmeye, sarılmaya ağlardı.

Zaloğlu bu zülmü görseydi,
ecel bu çığlığı duysaydı,
cellâdın yüreği olsaydı;
Zaloğlu savaşa, yiğitliğe ağlardı,
ecel bakardı kendine ağlardı,
cellât, yüreği taş olsa, ağlardı.

Kumru, başına geleceği duysaydı,
tabut, içine gireni bilseydi,
hayvanlarda bir parça akıl olsaydı;
kumru selviden ayrılır ağlardı,
tabut omuzda giderken ağlardı
öküzler, beygirler, kediler ağlardı.

Ölüm acılarını gördü tatlı can,
koyuldu işte böyle ağlamaya.
Olanlar oldu, gitti dostum benim.
şu dünya bir altüst olsa, aülasa yeri var.
öylesine topraklar altında kalmışım.
 
Mevlana Celaleddin Rumi

18 Tem 2011

Muhalif Günlüklerim Vol.1




Yazıma başlamadan evvel, muhalif nedir sorusunu sorduğum canım TDK’nın bana verdiği cevabı sizlerle paylaşıyorum. Evet itiraf ediyorum, TDK ile aramızda yakın bir ilişki ve çekim alanı oluştu son zamanlarda. Efenim ben soruyorum o cevap veriyo ben soruyorum o cevap veriyo. Hiç de soru sormuyo hani. Tam hayalimdeki kadın tipi. Ben sorayım o sormasın. Bi de az para harcatsın lan, pinti değilim ama yine de az harcatsın. İşte size tanım. Muhalif: ‘Bir tutuma, bir görüşe, bir davranışta karşıolan, aykırıolan.

Yoksa bir yerlerden tanıdık mı geldi bu tanım. Evet evet bebeğim biliyorum aynı ben. Beni benden daha iyi tanıdığını zannediyorsun fakat, biraz daha çalışmalısın beni. Hohohoo.

Şimdi ben yine neye dellendim de yazdım değil mi? Ulus olarak soruya vereceğim olası cevaba kilitlenmiş ve birbirimize bu soruyu soruyoruz. Neden frtncr™ hea, neden? Sıkı durun şimdi, evde yaşlı, kalp hastası, hamile, yol yorgunu, IETT şöförü vb. varsa bir kaç saniyeliğine de olsa kendilerinden gözünüzü ayırmayın. Hadi tamam, sarışın hatun varsa da ayırmayın, sanki bakmıyosunuz zaten öküz gibi. Sizi gidi şerefsizler hehe. Cevap veriyorum: Senden ötürü!

Toplumsal algı nedir sorusunun da cevabını ben vereyim, ne de olsa bu yakınlaşma sürecinde kendisinden baya bir şeyler kaptım. Hatta artık imla kurallarına dahi uygun cümleler yazmaya çalışıyorum ve devrik cümlelerimi de azaltmaya başladım. Toplumsal algı toplumun ağzına yakışanı sıçtırtmasıdır aga. İşte ben de böyle bir terbiyesizim, pardon. TDK bu sözlerimi duymasın bu arada zira kendisi beni gayet de York Dükünün zengin ağzı düzgün, Ritcie Ritch tadında piçi sanıyor, façayı bozmayalım.

Toplum ne diyor ne? Muhalefet yok diyor değil mi? Isn’t it? Vay arkadaş, sanki toplum olarak muhalefetin ne bok olduğunu biliyoruz da... Kendini demokrasi havarisi ilan edip kendine yapılan en küçük eleştirileri dahi ağzı sinirden köpürmüş bir şekilde cevaplayan başvekil beyefendi en çarpıcı örnektir benim için. Öyle demokrasiden ben de istiyorum, gazı kaçmamışından olsun pliz!

Hayır iktidar partisini neden sevmediğim çok açık da, benim muhalefet partileriyle de sorunlarım var. Misal Baykal’ın kaseti çıkmış hepiniz kuyruklarda kasetini alırken efenim bendeniz henüz Irlanda’daydım. Gün sayıyordum Edirne’den yapacağım girişe. Plan şuydu, Edirne’den başlayan bir halk hareketiyle CHP’nin baş koltuğuna oturacaktım. Ne olduysa gelişimden iki gün önce oldu ve benim de kasetimi çıkardı okyanus ötesi güçler. Halen ABD’de kolej hayatına devam eden ve lakabı piç Orhan olan arkadaşım Orhan, anaokulunda yapılan ve şu an bile hatırlamadığım, kesinlikle montaj kokan, şahsımın Hakan Peker dansı yaparak ‘Hey corc versene borç, olmaz maykıl bende de yok...’ şeklinde saçma salak sözleri olan bu parçayı Kürdili Hicazkar makamından icra ederken çekilmiş görüntülerimi facebooka koydu. Neyse ki çoğunuz farketmediniz ama işte gören gördü ve bizim piç kurusu yapacağını yaptı. Boşuna daha anaokulunda isim babası olmamışım pezevengin.

Neyse, iktidar yürüyüşüm bununla sınırlı kalmayacak. Görüntüleri izinsiz şekilde kopyalayan piç Orhan’ın ve dolayısıyla benim son arkadaşım da ölene kadar ertelemek zorunda kalacağım da başka bir acı ayrıntı.

Daaa muhalefet diyordum değil mi ben? Ulan oğlum sen ne bilirsin muhalefeti? Sen git göt yala yavşak! Biz nasıl bilmezsek nasıl göt yalanır, sen de bilemezsin muhalefet nasıl olunur. Hadi gel ben sana söyleyeyim muhalefet nasıl olunurmuş. 15 sene önce meydanlardan çıkıp, ‘millet istedikten sonra tabi ki laiklik elden gidecek’ diyen bir siyasetçiden, şimdi demokrasi kadar olmasa da laiklik havarisi çıkaran bizlerden olur muhalefet. Hadi şimdi gidin de göt yalayın biraz daha, ihale kapın, bir numara makineyle alınmış bıyık bırakın.

Keser döner, sap döner, gün gelir tuğçe, ee şey pardon hesap döner. Siz çuvallarınızı doldurmaya devam edin. Biz biraz daha underground yapıcaz.

                                                                                                                    From Underground with <3

17 Tem 2011

Etme


Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme

Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme

Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme

Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme

Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme
 
Mevlana Celaleddin Rumi

15 Tem 2011

Konumu Çaldı Demesinler

Tam bir şeyler yazmaya başlamıştım ki haftalardır yazmak istediğim konu hakkında sonunda yazacak bazı elle tutulur düşünceler oluşmuştu aklımda, bir de ne göreyim? Konum elin angaralısı tarafından alınmış, yazılmış, bi kenara koyulmuş. Bu gecelik sormak istediğim tek soru şu öyleyse:

Hayat, üzülerek bir an bile geçirmek için fazlasıyla kısa değil mi?

12 Tem 2011

Fenerbahçesiz Bir Süper Lig İstemiyorum




Açık söylüyorum, bu yazıyı yazıp yazmama arasında bir hayli gidip geldim. Deniz kestanesinden biraz hallice bir vatandaş olarak benim de bu tarz olaylar üzerine yorum getirme hakkımın olduğundan yola çıkarak da yazmaya karar verdim...

Her ne kadar o kadar çok insan tarafından halktan kopuk oluşum dile getirilmiş olsa da, ben halkın arasından yetişmiş bir insanım arkadaş; ve biliyorum ki Türk Halkı futbola gereğinden fazla önem gösterir. Örnek vermek gerekirse, adamın işi kötü gidiyordur, futbola sığınır, eşiyle kavga eder, futbola sığınır, patronundan azar yer, futbola sığınır. Oh ne güzel iş değil mi? Sıkıntıdan sigara içtiğini iddia eden ergen gibidirler, tek sığınakları yeşil sahalardır. Tabii ki bunun doğal sonucu olarak da fanatik ve hatta holigandırlar. Bunu son günlerde yaşanan Türk Futbol camiasının senelerdir dile getirilen ‘temiz olmayışının’ bir sonucu olarak görülmesi gereken bir takım soruşturmalar, tutuklamalar, sorgulamalarına bakarak da pek rahat söyleyebiliriz.

Yıllardır Aziz Yıldırım’ın başkanlığını yaptığı Fenerbahçe Spor Kulübü için maç bağlama, hakem satın alma başta olmak üzere bir takım yakıştırmalar yapılırdı. Bunun yanında Galatasaray Spor Kulübü için de şu 8-0’lık Ankaragücü maçı örnek verip durulur. Beşiktaş ve Trabzonspor için de buna benzer iddialar olduğuna göre, temiz değilsiniz hiç biriniz! Peki ama neden bugün? İzninizle bir kaç noktaya parmak basmak istiyorum.

Çok değil bundan yaklaşık 6 ay kadar önce Aziz Yıldırım, başkanlığı bırakması durumunda yerine gelecek kişiyi yani bir bakıma veliahtını açıklamıştı. Kimdi bu kişi? Mehmet Ali Aydınlar. Acıbadem Sağlık Grubu’nun sahibi, Fenerbahçe Kadın Voleybol takımının ana sponsoru ve son zamanlarda gördüğüm kadarıyla Türk Futbol Camiasının içerisine girmek için fazlaca beyefendi olan bu beyefendi, herhalde Fenerbahçe Spor Kulübü başkanlığı sırasının yakın zamanda kendisine geleceğinden umudunu kesmiş olmalı ki, birden bire adeta tombaladan çıkar gibi kendisine teklif edilen Türkiye Futbol Federasyonu başkanlık görev teklifini hiç düşünmeden kabul ediyor ve ezici bir üstünlükle seçimlerde başkan olmaya hak kazanıyor... Zaten ne oluyorsa bundan sonra oluyor...

Mehmet Ali Aydınlar’ın başkanlık koltuğuna oturmasını takip eden bir kaç günün ertesinde birden hepimizin bildiği bu tutuklama dalgaları baş gösteriyor ve bu saatten sonra ben açıkçası Aziz Yıldırımın başkanlık yapacağından şüpheliyim. Tutuklama kararı çıkmasa dahi artık yeter deyip bir kenara çekilecektir. Peki o koltuk şimdi kime kalacak? Bana hiç sormayın, bu sorunun cevabı bende değil. Bu soruyu, tutuklama kararı öncesine göre birkaç günde %33 değer kaybeden FB Spor Kulübü hisselerini toplayıp, bugün %19’luk değer kazancından nemalanacak olanlara sorun. Ne yalan söyleyeyim ben de bir kaç kişiyi yüklü miktarda FB hissesi almaya ikna etmeye çalıştım ama pek riskli buldular bu planı. Sonuç: Eğer beni dinleyip dün yüzbinlira yatırmış olsalardı, bugün paraları yüzondokuz binlira olacaktı. Kaçan balık büyük olur canlar, ben size iyiliğimi yaptım bir kere...

Ee sona gelirken ne demek istiyorum yani? Bu işin arkasında iş var diyorum ve Ali Koç gibi üst düzey bir FB yöneticisinin ‘Fenerbahçe hangi ligdeyse Türkiye ligi orasıdır’ zırvalarına rağmen diyorum ki, iyi bir Galatasaraylı olarak, Fenerbahçesiz bir lig istemiyorum, eğer düşürülecekse, Galatasarayı da düşürsünler, Beşiktaşı da Trabzonu da... Ya da 5 yıl Avrupa Kupalarına gitme yasağı getirsinler kulüplere... Yoksa arkadaş bu yapılanlar herkese yol olur, yarın yapılacakların önüne hiç kimseler geçemez. Bu böyle biline!

Saygılar. 

10 Tem 2011

Selam Genşler Benimle Uzay Çağına Var Mısınız?



Yeniden aranızdayım, aranızdanım. Aylar önce tebdil-i blogda ferahlık vardır dedik gittik. Ee ferahlık bitince geri dönmesini de bilmeliyiz ama değil mi? Peki benlen uzay çağını yaşamaya ne dersiniz sevgili dünyalılar? Evet dediğinizi duyuyor gibiyim. Bekleyin beni o zaman...

http://fizy.com/#s/1i87u2