31 Tem 2011

Hayat Tercihlerde Gizlidir



Merhaba arkadaşlar. Bu yazıyı yazma amacım, seneler once başladığım üniversiteye giriş yolculuğunda, mezuniyetime kadar geçen sürede yaşadıklarım ya da yaşayamayıp bundan hayıflandığım konulardan bahsetmek. Biraz uzun soluklu bir yazı olabilir fakat bir zamanlar tıpkı sizler gibi dershane köşelerinde çözmek için zeka gerektirmeyen o malum sorularla boğuşarak geçirdim senelerimi. Bu da yetmedi ve ancak girdiğim üçüncü üniversite sınavında istediğim bölüme yerleşebildim.

Tembel bir öğrenciydim, bunu hiç bir zaman inkar etmedim. Başkaları deli gibi ders çalışırken ben biraz gezer biraz tozar, biraz da kitap okurdum. Lise hayatımın özetidir aslında bir önceki cümlem. Hiç bir zaman ailem tarafından bir başkasının çocuğuyla kıyaslanmadım ki benim için bir başkasının yaptığının önemli olmayışını onlar sayesinde öğrenmiştim. Tabi ki annemin arkadaşlarının çocuklarının yaptıkları netleri, çıkardıkları puanları ballandıra ballandıra anlatmaları kendisinde biraz burukluk yaratmıyor değildi, bunu hissedebiliyordum fakat koca lise hayatım boyunca toplasanız bir kaç tane sınava çalışmışımdır, hepsi bu kadar.

Çalışmadığım ilk seneki üniversite sınavı sonrası o zamanki arkadaşlarımın çoğu bir üniversiteye yerleşmişlerdi ve ben yetmişbin nüfuslu güzel memleketimde yapayalnız kalmıştım. Zaten üç yıl okuduğum okulumda, arada sırada bahçesinde basketbol oynamaya gittiğim okuldaki kadar arkadaşım yoktu, hiç olmamıştı. Sıkıcı ve aptalca olduğuna inandığım lise hayatım boyunca okuduğum kitaplar ve akşamları babamla yaptığımız konuşmalar dışında hiç bir şey öğrendiğimi düşünmedim ve halen de böyle düşünüyorum. Sıfır denebilecek bir lise hayatı. Neyse ki diğer okuldan arkadaşlarım çoktu, haftasonları dershanede ya da sinema salonlarında görüşüyor, bir haftanın sıkkınlığını onlarla buluşarak bir nebze olsun azaltabiliyordum.

İşte o ilk sınav sonrası hemen hepsi bir yerlere gitti. Ankara, İzmir, İstanbul… Fırat ise ders çalışmayı reddederek hayatını geçirdiği memleketinde kaldı. Ardından senelerce yapmayı unuttuğu ders çalışma işini deneyerek geçti bir kaç ayı. Halen nasıl ders çalışması gerektiğini tam olarak bilmiyor ve değişik yöntemler deniyor duruyordu. O zamanlar 45 matematik sorusu çıkardı bize sınavlarda ve ben 13 doğru 20 yanlış yapmıştım ikinci senemdeki ilk sınavda. Açı sorularının göz kararı çözülebileceğini filan düşünüyordum yani o kadar…

Sonra işte bir şey oldu. Herkesin hayatında olur. Kimisinin ki geç, kimisinin ki erken; ama olur. Sağı solu etrafı düşünmeden sadece kendiniz istediğiniz için bir şeyler yapmaya çabalamaya başlarsınız. Yaptım, oldu; mu acaba? Tabi ki hayır. O kadar senenin acısını bir senede çıkarmak pek mümkün değildi fakat artık kendime güvenim vardı. Nasıl çalışacağımı biliyor ona göre hareket ediyordum. İkinci yıl hedefim olan Yazılım Mühendisliği okuma hevesi senenin sonunda kendime olan güvenimle birlikte bende ‘Burslu Yazılım Mühendisliği’ okuyabileceğim fikrine dönüştü. İlk kez aileme yük olmamak için bir seçim yapmıştım ve sanırım bu konuda haklıymışım. Son sene Bahçeşehir Üniversitesi Yazılım Mühendisliğine ÖSYM burslusu olarak girdim... Evet her şey burada bitiyordu değil mi artık? Cool bir adı olan Yazılım Mühendisliği öğrencisiydim, seçilmiş kişi gibi bir şeydim. Üç yıllık süre zarfında onlarca sınava girmiştim ve sonunda bu bölüm. E artık onbindolar maaşım da garanti değil miydi? Siz bu kadar mal olmayın diye yazıyorum, değilmiş.

Üniversitede de ders seçmeye devam ettim. Bu kadar mal bir ders olmaz dediğim bir kaçı için çalışmayı bırakın, sınavları için kitap kapağı dahi kaldırmadım. Başlarda özel olduğuma kendimi inandırdığım bu gibi durumlarda hep o derslerden yüksek notlar alarak geçtiğimi gördüm. Ben mi özeldim? Yek yaa!

Okuldan ve İstanbul’dan fazlasıyla sıkıldığım bir gün Erasmus ofisine gittim. Seçtiğiniz okulun yurtdışı anlaşmalarını araştırmanızı tavsiye ediyorum. O gün verdiğim o karar beni hiç aklımda olmayan arkadaşlıklara, güzelliklere sahip olmaya kadar götürdü ve bu başta benim için yalnızca ‘derse de girmek istemiyorum, Erasmus ofisindeki güzel koordinatorle muhabbete gideyim’ tarzı saçma salak bir karadan ibaretti.

Üniversite hayatının ve arkadaşlığının ne olduğunu İrlanda’da öğrendim, bir olmanın, birlik olmanın. Bir ve birlik olmak için aynı dili konuşma gerekliliğinin olmayışını da orada öğrendim. Kendi dilimi konuşanlarla anlaşamazken o insanlarla pek de rahat anlaşabiliyor olduğumu gördüm, insan ilişkilerinde daha sevecen olmamı sağladı tabi bu durum.

Rüya gibi geçen bir senenin sonunda tekrar Bahçeşehir Üniversitesi’ne döndüğümde ise hakkaten bu okula hiç gelmemiş olmayı diledim. Yine bir facia hissi, aylarca sözde kendi okulum olan yere alışamama durumu filan. Bazen bir yere ait olmadığınızı düşünürsünüz ya, olmuştur bir çoğunuzda… Ben düşünmüyor, biliyordum artık. Yerim hiç bir zaman orası olmamıştı…

Bu yazıyı çok daha uzatabilirim, belki sıkılır bırakır belki de sonuna kadar okursunuz, bilemem fakat şunu söylemeliyim. Başkalarının yaptıkları beni ilgilendirmediği için yalnızca kendi hayatımdan örnek verebilirim sizlere…

Bugüne kadar ne istediysem yaptım. Bazen geç, bazen erken. Bazen doğru, bazen yanlış. Bazen yalnız, bazen birlikte… Ne yaptıysam yapmayı, olmayı istediğim için yaptım, annem ya da babam için değil. Sizlere tavsiyem, kendinizi bilin, tanıyın. Herkes bir mühendislik dalında okumak zorunda değil. Yeteneğiniz olduğuna inandığınız bir konu varsa eğer sıkı sıkı tutunun ona. Tutunun ki ilerde göreceksiniz bazen tutunabildiğiniz tek dalınızın o olduğunu. Bir de sevin. İnsanları sevin, kuşu sevin, böceği sevin ama sevin. Tüm varlığınızla sevin engellere aldırmaksızın. Böyle yaparsanız göreceksiniz, siz başarılı olmayacaksınız, başarı gelip sizi bulacak.

Hepinize hayatlarınızda başarılar arkadaşlar. Dediklerimi unutmayın. Kaybetmekten de sakın ama sakın korkmayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder