İsmail Dümbüllü’yü bilirsiniz, ki eğer bilmiyorsanız kendisine büyük haksızlık ediyorsunuzdur, bir kaç dakikanızı ayırıp kim olduğuna en azından bir göz atın.
Zamanın birinde üstat yine bir gösteride performansını sergilerken birden suratının orta yerine bir ‘hıyar’ atılır. Ciddiyetini bir nebze olsun bozmayan Dümbüllü ‘Aa görüyor musunuz biri sahneye kartvizitini attı.’ der. Bizimkisi de o misal...
Uzun zaman önce karar vermiştim blog yazmaya ve bunda hiç bir kimsenin zerre kadar etkisi olmamıştır. Belirli bir konu üzerine mi yoksa serbest şekilde istediğim konuyu yazıp yazmama üzerine de uzun uzun düşünüp, kimsenin benden bir şeyler öğrenmek için çırpınmadığına ve aklıma ne geliyorsa spontane bir şekilde o konuyla ilgili yazmam gerektiğine kanaat getirdim. Okunan bir blog yazarı ile ‘sadece yazan’ bir blog yazarı olma arasındaki çizgiyi de göz önünde bulundurarak olası okunmama durumunu da göze aldım yazmaya başladığımda...
Zaman zaman hayatlarımıza insanlar girer, hoşlanırız, kimine aşık olur, kimisine de aşık olduğumuzu sanar ortalıklarda saf saf dolanırız. Tıpkı bu durum gibi, bazen bir bloğa ve yazarına dadanırız, çok güzel yazıyorsun deriz ki bu ve benzeri sözler okunmamayı göze alarak yalnızca içinden geçenleri bir yere aktarmak isteyen biri için fazlasıyla sevindiricidir, yazma isteğini arttırır. Fakat her zaman beğendiğimizden takip etmeyiz bir kişiyi ve blogunu. Belki kuyruk acımız vardır, kendisi siklenmemiştir filan ya da ne bileyim hakkaten kuyruk acısı vardır. Sizi okumaya başlar, ya da daha önceden başlamış olduğunu düşünürsek, okumaya devam ediyor diyebiliriz. Sonra durmaz, anonim olarak yorum yazmaya filan başlar ne bileyim. Daha uzatmak istemiyorum yazıyı.
Sen cinsiyetini ve kim olduğunu sallamadığım arkadaş. Benden o dediğin olmaz ama sen galiba kartvizitini düşürmüşsün. Öperim. Önüme de çıkma hiç acımam.
Herkeslerden de özür dilerim.
From Denizotobüsü with Heartfull of Hate!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder