21 Ağu 2011

Yeniden Dizayn Edilmek İstenen Beyoğlu





Tıpkı bir M.F.Ö şarkısı gibi, ‘Nasıl anlatsam, nerden başlasam?’ bilemiyorum. Hiç yaşamak istemediğimiz durumlar gelip bizleri buluyor ve sadece bakıp, ‘acaba bir sonraki ne?’ diyebiliyoruz. Bu kadar alıştık, bu kadar kabullendik vahşileşen düzeni.
19 Ağustos gecesi geceyarısına yakın bir zamanda ‘acaba kalabalık mıdır?’ diyerek merak edip gittiğimiz Kuledibinde yaşadıklarımız sanki son 9 yıldır yaşadıklarımızın kısaltılmış bir türevi gibiydi. Bu yazıda kesinlikle ‘İslamcılar bizlere saldırıyorlar, laiklik elden gidiyor’ çığırtkanlığı yapmak istemiyorum zira sanırım hepimiz hemfikiriz ki bu adamlar tüm vandallıklarıyla geldiler, gelmeye devam ediyorlar ve hatta gelecekler. Bizler de öylece oturup seyredeceğiz…

Kuledibi’ne vardığımızda bir grubun polislerle hararetli bir şekilde konuşma-tartışma arası bir münasebette bulunduklarını gördük ve merak edip yanlarına gittik. Gruptan bir kişi, polislerin amiri konumunda olduğunu düşündüğüm takım elbiseli bir kişiye polislerin tutumunun sertliğinden şikayet ediyor, polislerin takındıkları bu yanlış ve sert tutumun onları daha da tepki gösterir bir pozisyona ittiğinden yakınıyordu. Ardından şaşırtıcı bir şekilde polis bir kaç dakika içerisinde alanın dışına çıkarak kalabalığı uzaktan izlemeye başladı. Bu beklemediğim polis hareketi açıkçası takdirimi toplamıştı ve ‘sonunda insanları anlayabilen memurların iş başında olmalarının’ sevincini yaşamıştım.

Duruma tek taraflı bakmanın yanlışlığını bilerek her iki tarafın da savunduklarını paylaşmak istiyorum ki aksi çok yakışıksız olur. Kuledibi sakinleri huzurlarının bozulduğundan, gürültü yüzünden gece boyunca uyuyamadıklarından, bazı kendini bilmezlerin apartmanların bahçelerinde ve açık buldukları giriş kapılarının içlerinde bazen tuvalet ihtiyaçlarını giderdikleri, bazen de işi azıtarak cinsel ilişkide dahi bulunduklarını ve bunun kabul edilemez bir durum olduğunu savunuyorlar ki kesinlikle haksız olduklarını düşünmüyorum.

Yıllardır İstanbul’da yaşarım, açıkçası Galata Kuledibinde ilk kez on gün kadar önce oturup arkadaşlarımla bir kaç yudum içki içtim. Ortamın samimiyetini görüp o kadar beğenmiştim ki geçtiğimiz cuma akşamı bir arkadaşımla birlikte yine oraya gittik. Yukarıda belirttiğim gibi önce grup ile polisler arasında geçen o konuşma ve ardından polisin alandan ayrılması. Her şey güzel, banklardan biri de boşalmış mis gibi yeri de kapmış sohbetimize devam ediyorduk… Bir de ne görelim? İçki içen grubun içinden kendini bilmez iki kişi birbirleriyle önce dalaşıp ardından kavga etmeye başladılar. Bu yazıyı esas yazma nedenim olan polisin o an ne yaptığına değinmek istiyorum şimdi de sizlere. Kavga çıktı dedim fakat sadece iki kişi kavga ediyordu, yeteri kadar büyük bir kavga değildi ve polis bu yüzden müdahale etmedi. Sanki gerginliğin büyümesini bir fırsat gibi sayıp, alanı boşaltmalarına sebep olacak bir vesileymiş gibi gördüklerine şüphem hiç ama hiç yok. Bildiğim kadarıyla polisin görevi insanların can ve mal güvenliğini sağlamaktır değil mi? Amaçlarına uygun bir şekilde bir kavganın büyümesini bekleyerek tüm meydanı boşaltma çabası bildiğim kadarıyla polislik vazifelerinden her hangi biri değil…

Ardından istedikleri oldu tabi, hem kalabalık dağılmaya ve alanı terketmeye başladı hem de kavga eden grubun hacmi biraz daha arttı ya da artmış gibi görünmeye başladı, birden Türk Polisi’nin aklı başına geldi ve ‘Evet arkadaşlar alanı boşaltıyoruz’ nidalarıyla bir anda aramıza daldılar. Burada fiziksel bir saldırıdan bahsetmiyorum ve ayrıca polis tarafından yapılmış fiziksel bir müdahaleye uğramadığım gibi uğrayanı da göremediğimi belirtmek isterim…

Meydanın içinde dahi olmayıp kenarda her yurttaşın vergi vererek hakettiği ‘açık alanlarda bulunan banklara oturmak’ hakkından yararlanmamıza polis müdahale etti ve emir gereği alanı boşaltmak zorunda olduklarını söyleyerek bizleri de alandan çıkarmak istediler. Tabi ki serserilik yapıp polisin üzerine yürüyecek halimiz yoktu ve alanı terkedeceğimizi fakat bu yaptıklarının mantıklı bir iş olmadığını anlatmaya çalışıyordum ki uzun cümleleri yorumlama güçlüğü çektiğini anladığım zavallı bir polis memuru bana amiyane tabirle ‘kışkış’ çekti. Dişlerimi gösterince de ‘‘Peki buyrun beyefendi’ye’’ çevirdi hitap şeklini fakat samimiyetsizliği sinsi suratından rahatlıkla anlaşılabiliyordu…

Toplumumuzda genellikle yaşanan bir durumdur ‘Pire için yorgan yakmak.’ Ne yazık ki Beyoğlu bölgesinde pire için yorgan yakılıyor son zamanlarda. İlk olarak Asmalımescid bölgesinde başlayan ve alkollü içki servisi yapan mekanları hedef alan operasyonlar, ardından tüm Beyoğlu’na ve bugün öğrendiğim kadarıyla Ankara’daki bazı bölgelere de sıçramış durumda. Tekrar ediyorum, sözünü ettiğimiz bölgelerde yaşayan insanların doğal haklarının gaspedilmesine kimse göz yummamalı; okuduğum kadarıyla Asmalımescid bölgesinin şimdiki kadar popüler bir eğlence merkezi olmadığı yıllarda burada bir sanat atölyesi açan Apartman Projesi’nin son bir kaç yıldır sergi açmasına komşu mekan tarafından engel olunuyor ve atölye yöneticileri tehdit edilerek vazgeçirilmeye çalışılıyormuş. Her fırsatta savunduğumuz ‘Hukuk Devleti’ ise ne yazık ki bu duruma çare olamamış ve duruma seyirci kalmıştır. Çıkıp da hiç bir yetkili kurum ya da kişi bu mafya bozuntusu insanlara patronun kim gösterememiştir…

Diyorum ya her iki tarafın da haklı nedenleri var ve orta yol bulunamayacak gibi değil bence. Bu yapılanları, her gün değerlerine saldırıda bulununlan bir kesimin mensubu ya da yakın bir izleyicisi olarak görmekle birlikte, haklı nedenlerinin de olduğunu görmenin ve bu nedenleri meydana getiren hukuksuzluğun, düzensizliğin savunucusu olmaktan imtina etmenin gerekliliğinin altını kalın çizgilerle çizmek istiyorum. Asıl amacım polisin tutumunu sizlere göstermek ve polis bu işe el atmasa da taraflar aralarında anlaşarak bu sorunu halletse demektir, başka bir şey değil. Bu arada geçtiğimiz aylarda Tophane’de bir sanat sergisi açılışında içki içiliyor gerekçesiyle yapılan eli sopalı rezil saldırının bir benzerinin de Galata Kulesi çevresinde oturup, içki içip şarkı söyleyen kesime karşı da aynı şekilde planlandığı gibi duyumlar alıyorum, herkes dikkatli olmalı…

Değinmeden bu yazıyı bitirmek istemediğim bir konu da şu: Efendim bu bölgelerdeki emlak fiyatları seneler önce pek de yüksek değildi ve özellikle Asmalımescid civarında, şimdi kötü çocuk ilan edilerek hadleri bildirilmek istenen mekan sahiplerinin yaptıkları yatırımlarla oralara çektikleri insanlar sayesinde odak merkezi olan bu bölgedeki güncel emlak fiyatlarının geçirdiği evrime de dikkat edelim. Hem ‘yok paraya’ aldığımız yerlerin değerlerini her geçen gün katlamasını görüp avuçlarımızı ovuşturacağız, hem de artık bu eğlence mekanlarının buralarda yerlerinin olmadığını savunacağız… Hiç de inandırıcı olmuyoruz değil mi? Zira Londra’da Soho ve özellikle Dublin’de Temple Bar bölgesini bilen biri olarak buralarda yaşayan insanların – ki hemen hemen tüm mekanlar hotel, hostel, bar ve gece kulübü olmuş, mesken izni verilmiyor artık bu bölgelerde- kalabalığın yaptığı taşkınlıklara alışmış ve mümkün olduğunca uzak durmaya çalışan insanlar olduklarını belirtmek istiyorum. Ayrıca Asmalımescid’de de mesken izni verilmiyor fakat bu durum insanların home-ofislerde yaşamasını da engellemez değil mi?
Yazımı, her geçen gün kendisine verilen ‘Devrim Muhafızlığı’ görevini şiddetini arttırarak ifa eden Türk Polisine mesaj vererek bitirmek istiyorum. Ey Türk Polisi! Korumakla mükellef olduğun halkı kendinden nefret ettirerek, sağduyudan uzak verdiğin kararlarla derebeyliğini ilan etmek senin görevin değildir ve bunlara karşı bizleri korumak senin en temel vazifendir.
Uzun yazarak sizleri sıkmış olabilirim, bunun için özür dilerim fakat durum birkaç satır ile geçiştirilebilecek noktayı çoktan aşmıştı.

Sevgi ve saygılarımla.

16 Ağu 2011

Unutmak Üzerine Düşünceler



Selam siz sevgili esirlerim. Esir aldım sizi kaçamazsınız benden. Hatta benim olacaksınııığz! Öhö öhö, sakin ol taygır, titre ve kendine gel lütfen. Kendine gel zira bugün ciddi bir şeyler yazmak üzeresin.

Doğru, her ne kadar blogumda taygır, balkonda bir recebivedik, ara holde sırtlan, mutfakta kamlumpağa olsam da bugün hafiften İbrahim Erkal tadında ‘Unutulanlar Unutanları Asla Unutmazlar’ geyiğine küçük ama dikkat çekici bir katkı sunmaktan kendimi alıkoyamayacağım. Ay gözünü sevdiğimin Türkçesi, sen ne güzel bir dilsin öyle yahu!

Geçen gece rüyamda Sezen Cumhur Önal’ı gördüm tüm günüm böyle ağdalı bir Türkçe kullanma çalışmalarıyla geçti. Hatta deniz otobüsünden indiğimi bir kaç yüz metre öteden görüp pusuya yatan, müthiş şekerlikte yanaklara sahip GreenPeace’çiye dahi yapacaktım bunu fakat hatun benlen ilgilenmiyor ki arkadaş, direk cebimle ilgileniyor. Olmaz bebeğim olmaz, ilgi budalasıyım ben. Hem ergenim de daha. 24 yaşından sonra girilen bir ergenlik bu, anlatırım sonra… Bu arada sevgili blogum, ben neden yol üstü insanlarla konuşurken çok sevecen, çok şeker, insanların sürekli söylediğine güldüğü bir insan olabiliyorum da günlük hayatımdaki diğer insanlara karşı bir Polat Alemdar, ne bileyim bir Tony Montana oluyorum yani? Bana bunun cevabını verebilir misin blog? Susma konuş blog!

Bu yazıyı okuma ihtimalini zayıf gördüğüm bir arkadaşım yazının ilham kaynağıdır ve ödülünü bilahare alacaktır hiç şüpheniz olmasın. Bu güzel insan sevgilisinden ayrıldı filan, biliyorum ki üzgün. Unutmaya çalışıyor, dönüp duruyor sonra bir bakıyor. Nayn. Hala unutamamış. Çözüm bende bacıııım, Kosla kullan.. ee şey pardon hatlar karıştı; neden unutmaya çalışıyorsun a benim güzel arkadaşım, a benim değerli İstanbullum? Bak bu nasihatleri veriyorum size ama siz de 2022 yerel seçimlerinde belediye başkanlığı alanına nah böyle at nalı gibi Fırat Tuncer pusulası basacaksınız yoksa karışmam, tüm istek öneri ve şikayetlerimi geri çekerim, g.t gibi kalırsınız ortada benden söylemesi.

Ayrılıklar da sevdaya dahil değil miydi? Hoşlandık, sevdik… Yeri geldi gereğinden fazla ilgiyle boğduk; yeri geldi şımarttık, yeri geldi kırdığımız kalbini mesafe tanımaksızın toparlamaya çalıştık. Hele bir de bunun üzerine sevilmişsek yeme de yanında yat, öyle değil mi? 3 ay, 5 ay, 10 ay… Neyse ve ne kadar zamansa işte. Sonra bir şeyler oldu, daha doğrusu artık bir şeyler olmamaya başladı ve gitgide birbirinizden uzaklaştınız. Bir iki toparlama, yeniden denemelere karşın olmadı ve ayrıldınız… Artık hep eski günleri özlüyor, eskiden birlikte yaptıklarınızı aklına getiriyorsun ve sonra da artık bunları düşünmemem, unutmam gerek diyorsun. Kusura bakma ama asıl hatayı burada yapıyorsun işte. Unutuyoruz da bebeğim, niye niyee?

İnsan, hayatında, hayatının geri kalanını ya da hayatında belli bir süreyi birlikte geçirmek isteyeceği kadar değerli gördüğü pek fazla insanla karşılaşmaz. Karşılaşmadığı gibi her zaman da işler düzgün gitmez ve karşılaştıkları kişilerle paylaştıkları da bir birlikteliğe dönüşmez; bak sen ne kadar şanslıymışsın ki değerlerini paylaşabileceğin biri olmuş hayatında… Evet artık yok, sana acı veren bu ama bir de şu yanından bak olaya, daha doğrusu benim gibi bak, belki bu farklı bakış açısı bir yerde işine yarar… Ben hayatımdan çıkan hiç kimseyi unutmam. Unutmaya çalışmam da…

Niye artık hayatımda olmayan biri için vakit harcayıp unutmaya çalışayım? Ayrıca zaten sen onu unutmaya çalıştıkça zihnine daha da kazınmaz mı bu kişi? E peki sen nasıl yapıyorsun bu işi sayın müthiş frtncr™ diye mi sordun? Çok basit: İnsanları öldürüyorum. Öhö öhö, aman yanlış anlaşılma olmasın... ‘Haydi bana eyvallaaah’ diye sesler duyar gibiyim, dönün olm iki dakika dinleyin beni litfen!

Ardımızda bıraktıklarımızı geriye dönüp baktığımızda kötü olarak anmak, onlara verdiğimiz ve kullanamadıkları bu şans gibi bir tanesinin daha verilmesini engeller biz de rahat rahat yeni yelkenlere ufuk açarız değil mi? Yek yea! Salak! Uyan uyan, balık kavağa çıktı. Ne demiş şair? Prolinden zengin polipeptid. Yersen artık ne yapayım? Al işte nasıl yaptığımı öğren; ardında bıraktığı ya da artık hayatında olmasını istemediği kişileri ölü kabul etme yoluna gidiyor frtncr™. Bu sayede onlarla ilgili güzel anılarımı hiç bir zaman silmiyor, kendilerini de tarihin karanlık sayfalarına hapsetmiyorum. Ha yolda görürsem de hortlak görmüş gibi bir tavır takınmıyorum, sanki hiç tanışmamışız gibi geçip gidiyorum… Bu yüzdendir sık sık ‘Ardımda çok ölü var’ deyişim.

Böylece tüm güzellikler bana kalırken, tüm kibir, nefret ve terbiye yoksunluğu karşı tarafa kalıyor. Canım istediğinde en güzel anılarımızı çıkarıyorum orta yere, bakıyorum, gülüyorum, eğleniyorum… Bazen gözlerim yaşarıyor, ah keşke şimdi yanımda olabilseydin diyorum… Bu kadar. Daha ileriye gitmiyor bu durum. Yaşıyorum ve bitiyor… Sonra da bir dahaki sefere yerinden çıkarılmak üzere saklanacak en güzel yere gönderiyorum onları. Biliyorum, onlar benimle güzel; belki de hiç olmadıkları kadar…

Not: Arkada bırakılanlar eski sevgili olmak zorunda değildir, zamanında dünyalar kadar sevdiğiniz fakat şartlar yüzünden yollarınızı ayırmak zorunda olduğunuz bir arkadaşınız da olur. O yine de sizinledir fakat bilinmez, duyulmaz…

Ben bu geceyi çok sevdim dostlar. Hadi bir de bu şarkıyı dinleyin benim için…

Asu Maralman - Bağrı Yanık Dostlara

11 Ağu 2011

Selam Ben Beyin. E Artık Yersen



‘Merhaba Dünya’.
Yazıya böyle saçma bir giriş yapma sebebim ile başlıyorum laf kalabalığıma. Efendim şimdi biz çakma yazılımcıların her yeni bir programlama dili öğrenme çalışmaları bu cümleyle başlar. Cavırcası bunun ‘Hello World’ oluyor tabi. Yani ekranımızda ya da bizim deyişimizle konsolda Hello World yazıyorsa bilin ki konfigürasyon düzgün yapılmıştır, öğrenme çabalarınıza başlayabilirsiniz. ‘Ben İrlandadayken’… Sen nerdeyken nerdeyken diye sormayın artık, tanışmış olduğumuzu zannediyorum…
Bir programlama dersinde sevgili hocamız Mike bize böyle bir istekle geldi. Sonrasında da sırayla herkesin masasına gidip control etti. Bir yanda Çinliler efendim bir diğer yanda İrlandalılar filan darken, hepsine ‘well done well done’ diye diye gelirken artık sıra benim masamdaydı. ‘Hacı naptın’ dedim önce ama tabi anlamadı arkadaş. Anlatmam gerekirse ben bu herifin dersinde sene boyunca bir bok öğrenmedim babam afedersin. Erasmusçuyuz ya, adımız çıkmış bir kere alemciye, her derste yapılması gerekenleri anlatır sonra sınıftaki benim gibi Erasmus öğrencilerini etrafına toplar ve ‘pub’da bir hatunu sevgilisinin yanındayken nasıl tavlarsınız’ adını verebileceğimiz sonu gelmeyen konuşmalarına başlardı. İşte bu adam geldi masama ve Hello World yazısını görmeyi beklerken ‘Would you like to destroy the World y/n’ yazısını gördü. ‘Hacı ne ayaksın sen yea’ bakışı attı bana ve hemen ardından o ‘Allahtan müslüman değilsin, yoksa seni terrorist sanacaağdık ortağm’ bakışı geldi. Dedim ‘hoca korkmaa, olay bende’. Bu bir konuşma değildir. Baktık ve anladık Mike kankamla birbirimizi…
Bu yazının ana konusu aslında yeni buluşum olan(yerseniz) bir matematiksel sabit ile ilgili olmalıydı. Sabitin adı ‘Bahçeli Sabiti’ tıpkı Pi Sayısı gibi, Altın Oran gibi. Ne yaparsan yap sonuç kırh(40) çıkıyor ve bulurken içerisinde ‘kaldı mı dohuuuz’ cümlesi kullanılmadan bu canımız ciğerimiz sayıya ulaşılamıyor.
Dedim bilim çevrelerine filan bir yazı yazayım bu işi Yunanlılar kapmasın zira efendim Yunan Adalarında bizim Çoban Salatası Greek Salad olmuş da haberimiz bile yok. Ardından matematik çevrelerine konuyu nasıl açayım diye düşünmeye başladım ve sonunda şu mantıklı sonuca ulaştım. Sonuç: Lan oğlum ben manyak mıyım? Ondan sonra üzerime kalacak filan bu kırh. Aman aman, hemen yere yattım ölü taklidi yapmaya başladım. Daha da uğraşmam…
Hayaller tükenmez bizde ya işte bugünkü hayalim. Hatta hayalim dört kelime, o da şöyle: Azalarak bit Hilal Cebeci…
Bugün bazı insan türleri üzerine araştırma yaptım efendim, sizzler için gecemi gündüzüme katıp araştırma yapıyorum, öyle boş beleş yazılar yazmıyorum buraya. Lütfen yani! Sonuçlarına ulaştığım grup ‘Ay İtalyan erkekleri çok çekici değil mi Cansuaaa’ diyen kız modeli. Bu grup yer yer düzenli ilişki yaşayabilen tipler olmakla birlikte onları sevmelerin en güzeli uzaktan sevmektir canlarım bana güvenin. Sevin ama fazla yaklaşmayın. Kabuklu yemiş de atmayın pliz sonuçta onlar da birer insan! Şimdi aşağıda okuyacağınız diyalog bu oluşum sürecini tüm çıplaklığıyla gözlerinizin önüne serecek fakat öncelikle ekran başında çoluk çocuk filan varsa alın efendim pistten çocuklarınızı. Ne diyom panpa ben yea?

- Fıraaat ben senden hoşlanıyorum galibaaa. Hadi bir şey söyle.
+ Ehi ehi, ne desem ki, ne güzel sözler bunlar. Meali: ‘Ya kıçımın kenarı ben sana mı kaldım afedersin?’
- Hatta sanırım hoşlanmayı da geçtim, seni seviyorum.
(Burada artık söyleyeceğim bir şey yoktur. O yüzden meal veremiyorum.)
- Konuşsana hiç mi bir şey hissetmiyorsun, ne kadar kalpsizsin. (Evet arkadaşın varlığından bile haberimiz yokken böyle bir diyalog bizi olsa olsa…)
+ ybsg. (Demeye zorluyor.)
Akşamına attığı tweet: ‘İtalyan erkeklerine bayılıyoruaaam’
Bak şimdi ablacım, adama bir kere sorarlar kaç tane İtalyan erkeğiylen tanıştın diye. Hadi neyse ben sormuyorum… Ama şu hayatta senin oluşum sürecine katkım olduğu için açıkçası kendimden de yeterli ölçüde tiksiniyorum. En az Hilal Cebeci kadar azalarak bit yani, rica bile ediyorum bunu senden.
Final paragraflarında genelde ben birilerine çemkiririm ama bu sefer bir önceki paragrafta yaptık bunu, o zaman bu paragrafımızda tam tersini yapalım. Sizce de hem sosyoloji okuyup, hem sarışın, hem akıllı uslu, mantıklı, şeker mi şeker, fikirlerine değer verilesi bir insanla karşılaşınca ona bir anda duyduğunuz ilgiyi göstermek güzel bir davranış değil mi? Evet bence de öyle zaten. Hehehe. Öperim diye de bitirmiyorum artık zira hoş değil. Esen kalın efendim.

9 Ağu 2011

Bloguma, My Lonely and Beautiful Blog



Sen henüz yoktun o zamanlar ve ben sefil bir öğrenci olarak Co.Westmeath sınırları içinde senin adın ne olsunun kavgalarını yapıyordum kendimle. Edebiyata bulaşacak değilim zira adını hiç de düşünmedim sevgili blogum. Zaten İrlandadaydım ve her ortalama zekaya sahip insan gibi benim de aklıma ‘İçimizdeki İrlandalı’ olduğum geldi. Yani evet bu konuda yaratıcılıktan biraz ödün vermiş gibi sayabilirsin beni fakat hele gurban bi baksana bağa, nerem özgün?

Tüketim toplumunun çılgın bireyleriyiz, sabahları 7’de kalkıp hiç aklımız yokmuş gibi saatlerce süren çileden sonra birileri üzerimizden para kazansın, bizim de adımız ‘bize para kazandıran adam’ olsun diye afedersin yırtıyoruz bir taraflarımızı. Sonrasında yükselen yaşam standartları, pahalı oyuncaklar, satın alınan son model arabalar, bilmem kaçıncı sevgiliye alınan ‘sen sonum olacaksın’ kod adına sahip pahalı hediyeler, ev almalar filan… Eeeh sikerler ama!

Dünya gözüyle çıkıp insan istediği yere gidemeyecek, yalnızca kendisine verilen senede 1 haftalık izne bütün hayallerini sığdırmaya çalışacaksa ve bu adam Türk ise, skimsonik vize prosedürleriyle uğraşmak zorundaysa… Baba afedersin ama işerim ben öyle hayata.

Kıytırık bir öğrenciydim, çok fazla arkadaşım yoktu ki zaten İrlanda’ya gitme fikri biraz da bu nedenle çok çabuk vücut bulmuştu, sadece gitmek istediğim için gittim. Kaldım. Yaşadım. Veni, vidi, vici olmadı ama… Gittim gördüm unutamadım. İşte İrlanda öyle bir yer ve çekim alanına yakalanmak istemiyorsanız ziyaretinizi çok da uzatmamalısınız.

Kaç gece rüyalarımda eski arkadaşlarımla gördüm kendimi, eğlence, keyif… Bu rüyaların sonuncusunu görürken uyanmamayı bile dilemiştim. Demek ki tam uyku halinde değilmişim ki hatırlıyorum ama gerçekten uyanmamayı diledim. Cohen amcamın Hallelujah şarkısında dediği gibi tıpkı, ‘Baby I’ve been here before, I know this room and I’ve walk this floor’ dedim durdum rüyalarımda. Jessica bebeğimi görüyordum hemen her seferinde. Ah benim Fransızca öğrenme hevesimin melez sebebi, kim bilir nerelerdesin şimdi? Fakat arayıp da büyüyü bozmaya hiç niyetim yok pardon da…

Sen blogum, daha küçücük bir şeydin, ‘Irish Sayings’ isimli bir yazı yazmaya başlamıştım sana. Bitiremedim ben onu, korktum. Takıntılı olduğumu biliyorsun; sanki o yazı bitince İrlanda da bende bitecekmiş gibi korktum. O yazı hiç bir zaman bitmeyecek o yüzden.

Nerede ‘o kadar çok şeyle ilgilenme, bir tanesiyle ilgilen ama en iyisi ol’ diyen biri görsem aha da kapitalizmin uşağı derim ben. 'Bayram değil seyran değil şimdi eniştem beni neden öptü' misali ne alaka evladım bu komünist lafları? Doğru ya da yanlış çok da umrumda değil de ne demektir ‘hem tarih, hem politika, hem fotoğraf, hem yazmak, bir yandan içinde olduğun yazılım mühendisliği, bence sen ne yapmak istediğine karar verememişsin’? Ne olalım yani? Bir alanda en iyi olalım iyi güzel de neye gore en iyi canım kardeşim? Sen işini iyi yap, en iyilik senin belirleyebileceğin bir kalıp değildir ki zaten.

Uğraştığım alanların hiçbirisinde en iyi değilim ki bazılarında iyi bile değilim. Bu belki yeteri zamanı ayıramamamdan, gerekli ilhamı henüz yakalayamamamdan filan kaynaklanıyor; ama bildiğim tek şey var, yaptığım her şeyi sevdiğim için yapıyorum. En iyilik bize tüketim toplumunun dayattığı bir yalan sadece. Eğer sen patronun 24 metrelik tekne alması için gece gündüz çalışıyorsan kusura bakma ama babacım, sen bir hiçsin ve bir sonraki adımda tüketilenin sen olacağı gerçeği her geçen gün daha da belirginleşiyor. ‘Hizmetleriniz için teşekkür ederiz Hiç Bey, patronumuz sayenizde sizin hayatınız boyunca yanından bile geçemeyeceğiniz o meşhur teknesiyle Ege ve Akdeniz turunda şu an’.

Bir blog diyorum, bir tüketim çılgınlığı diyorum değil mi? Aslında ben de bazı şeyleri çözemedim kendimde, şöyle ki 'sevdiğim bazı uğraşlar eğer bu kadar popüler olmasalardı yine de onlarla uğraşır mıydım?' bunların başlıcalarından mesela. Yalnız adam olmak, bağlanmaktan köşe bucak kaçmak da revaçta, bu da mı o yüzden bana yapıştı kaldı? Yoksa etrafımda buna değecek insan mı yok veya ben mi farkına varamıyorum? Bence etrafımda onlardan hiç yok zira ilk fırsatta korkup kaçanlara bağlanmaktansa raketlerime bağlanmayı, fotoğraf makineme bağlanmayı daha mantıklı görüyorum, kimse kusura bakmasın.

Bunların hepsini aklıma getirip yazmama sebep olan şey ise bir anda google’da yaptığım ve zeka gerektirmeyen, daha doğrusu zeka yoksunluğu gerektiren bir hareket yüzünden blog’umu kaybetme eşiğine gelmemdir. İtiraf ediyorum epeyce tırstım. Neyse ki yine bu durumdan google amca sayesinde kurtulduk. Çok yaşa google!

Sözüm sana tüketim çılgınlığı, beni iyi dinle! Benden uzak dur. Bir zamanlar farklı olmayı sürekli farklı limanlarda dolaşmak olarak gören ben artık sabit durmaya karar verdim. Eskilerden bir çok kişi, bir çok anı artık umurumda bile değil. Senden isteğim, beni tüketme.

Son söz de bloguma. Senin isim baban kart entelektüel Hıncal’dır yavrum, başkalarına kanma. Dedik ya ortalama zeka işte. Hade muck. Yat zıbar artık.

6 Ağu 2011

Kardeşim Rıfkı

Şu anda birileri bir yerlerde çok mutlu.
Ve ben de sırf o mutlu olduğu için buralarda mutlu..
Dağ ile kendisine küsen tavşanın hikayesi gibi tıpkı.
Bu halime en çok gülen de İngiliz asili üvey kardeşim Rıfkı.
Allah belanı versin Rıfkı.
Geber emi Rıfkı.

4 Ağu 2011

I Love Düz Hesap



Halk arasında Düz Hesap olarak adlandırılan durumlar genelde bir kişinin, oluşan koşullar üzerine kabataslak ve gerçek sonuçla çok da ilişkili olmayan sonuç öngörülerinde bulunması durumudur. Kağıt kalem almak zor gelir, tahminde bulunuruz filan. Mesela ben Fenerbahçe hisseleri hepimizin bildiği operasyonun yapıldığı haftadan sonra ilk güne %20 artışla başlar demiştim, %19.8 arttı. (Çoğ üzülüyom ben kendime yea.)

Yine böyle düz hesap yapasımın geldiği anlardan birinde aklıma ne gelse ne gelse de bir düz hesap faciasına daha imzamı atsam diye düşünürken ilk anda kafamda öncelikle beliren her ne hikmetse Kürşad ve 40 Çerisi oldu. Bilmeyenleriniz için söylüyorum, Kürşad ikinci Göktürk Devletinin kurulmasına kadar uzanan yolda ilk taşları döşeyenlerden biridir ve hikayesi kimse kusura bakmasın ama doğruluğundan çok şüpheli olduğum kıçımın kenarı 300 Spartalı’nın hikayesini sker yani. Merak ettiyseniz biraz araştırın ve hakikati siz de öğrenin derim ben.

Düşünürken aklıma gelen ikinci olay da Hazar İmparatorluğu oldu. Cumhurbaşkanlığı forsunda bulunan ve tarihteki 16 eski Türk Devletini temsil eden yıldızlardan bir tanesinin temsil ettiği bir devlettir aynı zamanda. Bu devlet alıştığımız eski Türk Devlet yapısından biraz farklıdır, bilindiği gibi Türkler İslamiyet öncesi şaman geleneklerine dayalı bir inanç sistemine sahiplerdi ve İslamiyetin kabulüne kadar geçen sürede de böyle devam etti – diye biliyoruz. Burdaki farklılık Hazar İmparatorluğunun bir Yahudi-Türk Devleti oluşudur. Bazı kaynaklar yalnızca yönetici katının Yahudi dinine inandığı ve Musa’nın soyundan gelenler tarafından ‘aşağılık’ olarak kabul edilen bu insanların aslen Orta Avrupa’daki Aşkenaz nüfusunun temelini oluşturduğunu bile söyler. Bunu kanıtlayacak ne yetkinliğim ne de bilginliğim olmadığı için yalnızca size aktarmayı seçiyorum, dileyenler kaynakları araştırabilirler.

Alakasız şeyler geliyor dedim ya aklıma, sırada tarihe Vaka-i Hayriye olarak geçen Yeniçeri Ocağının kaldırılması sırasında olanlar var. II.Mahmud zamanında kaldırılan ocak, bilindiği gibi son zamanlarda fitne yuvası haline gelmiş, başta askerlik yapmaktan başka işi olmayan yeniçeriler son zamanlarında bir nevi derebeyi olmuşlardı. Neyse ki II.Mahmud önce yeniçerilerin katlinin vacip olduğunu belirten bir fetva çıkartmıştır Şeyhülislam’dan ve ardından sancağı çıkartarak dileğini gerçekleştirmiştir. Tabi bu ilk açıdan baktığımızda hayırlı olaydır lakin ardından geçen sürede istenmeyen olaylara, Osmanlı’nın askeri yetersizliği sonucu katlanılması neticesini de doğurmuştur.

Giricem lafa da bir türlü nerden başlayacağımı bilemedim. Birbiri ile alakasız fakat yine de aynı tarihin parçası olan örnekler de gösteriyor ki yüzyıllar öncesine dayanan ve her ne kadar unutturulmaya çalışılsa da halen aslanlar gibi ayakta duran bir kültürümüz var. Bunları kafatasçı bir söylem olsun diye yazmıyorum ama kusura bakmasınlar da bu ülkede bir insanın Kürt olduğunu söylerken özgürlük savaşçısı, Türk olduğunu söylerken faşist olması salaklığına artık katlanamıyorum. Yüzyıllar boyu ayakta kalmış ve üç kıtada hüküm sürmüş bir imparatorluğun ana tebası olan Türklerin kendi yurtlarında, kendi vatanlarında, kimliklerini utanarak söylemelerini amaçlayan bu sistemli propagandaya karşı farkındalık sınırlarımızı zorlamalı ve bununla birlikte, farklı kültürlere hoşgörülü ve eşit mesafede kalarak her kesimin de mutlu ve güvenli bir hayat sürmelerini, bu topraklarda barış türkülerinin söylenmesini amaçlamalıyız diye düşünüyorum. Yalnız bizimkisi o kan emicilerin ağızlarına doladıkları barıştan olmamalı.

Bize İrlanda örnekleriyle geliyorlar, efenim neymiş IRA silahları bırakmış ve işi Sinn Fein’e devretmiş, PKK da böyle yapsınmışmış. Bunların hepsi hikaye. Bir kere verilen örnekler külliyen hatalı. İrlandalıların Birleşik Krallık karşısında verdiği yüzyıllar süren mücadele ırk farkından ziyade mezhep farkından kaynaklanan, tamamı İrlandalıların vatanı olan adanın İngilizler tarafından işgal edilmesi ve bunu takiben yetişen her yeni nesil İrlandalının adalarını İngilizlerden temizleme hayaliyle geçirdikleri yıllar, savaşlar… Bu başkaldırıların en yakını ve en önemlilerinden bir tanesi 1916 yılındaki Paskalya başkaldırısıdır. Merak eden bunu da araştırabilir…

Diyeceğim o ki, tarihte 16 tane Türk Devleti kurulmuş ve çeşitli sebeplerden ötürü yıkılmış, son olarak 17.si kurulmuş. Şimdi birileri kalkmış bu ülkenin topraklarını ya da ülkenin direk yarısını istiyor diye yüzlerce yıllık tarihimizi, geçmişimizi bırakalım da anahtarı verip gidelim mi? Benim düz mantık yürütmeye meyilli mühendis kafam bunu algılayamadı, isterseniz Cem Özer beyefendiye danışalım, ne dersiniz?

1 Ağu 2011

Political View: Hilal Cebeci / Yorumların Kralı

Panpişime:

Çok önceleri tanımalıymışım seni panpişim şimdi daha iyi anlıyorum. Senden seneler once biz Tutti Frutti showlarında görüyorduk memeleri. Sen millet olarak bizi bu açlıktan kurtardın. Yeri geldi bir panpiş oldun bana, yeri geldi çok daha fazlası.

Çok önceleri tanımalıymışım seni panpişim şimdi daha iyi anlıyorum. Senden aylar once bloguma trafik yaratmak için yeniden Facebook’a dönmüştüm. Sen bir blogger olarak beni bu durumdan kurtardın. Gerçi yine bırakmam canım Facebook’u fakat blogumdaki emeğin gözardı edilemez. Boru değil, memelerinin altına blog adresimi girdim, Blogger panpişimin tıklanma sayacı kendini aştı.

Çok önceleri tanımalıymışım seni panpişim şimdi daha iyi anlıyorum. Senden önceleri arkadaşlarıma derdim ‘beni güzel kız arkaaşlarnızla tanıştırsanıza’ diye. Sen beni bu durumdan kurtardın. Artık bir mention yapıyorum seni twitter’da, budur yani.

Çok önceleri tanımalıymışım seni panpişim şimdi daha iyi anlıyorum. Senden önce bu saatlerde o haber kanalı senin bu haber kanalı benim, tartışma programlarıyla filan geçerdi hayatım. Sen beni o dünyadan çektin aldın. Komutanların istifalarıymış, küresel ısınmaymış, Fener küme düşüyormuş hiç birisi zerre önem arzetmiyor artık benim açımdan. Memişlerin yeter.

Velhasılıkelam derler bizim orada. Sen hep bizim hayatımızda kal panpişim, aksi durumda kim memelerini gösteriyor daha biz istemeden yahu?

II.Bölüm

Almanya acı vatanda hayatını tüm zorluklara karşın sürdürmekte olan Irkdaşımız, büyük sanatçı, milyonların gönüllerinde taht kurmuş gönül insanı Tolga kardeşimizin ‘Serkan is my girl’ klibini hepimiz izlemişizdir zaar. İzlemediyseniz izleyin kardeşlerim, izleyin panpişlerim. Gün bugündür. Çocukcağız bizlerin gönlünü hoş tutmak için beynelmilel bir prodüksiyona imza atmış, hakkını yersek olmaz. Bir kere şarkının sözleri bomba. ‘Serkan is my girl’



Bu videonun sıkça izlenilmeye başlamasının ardından ülkenin bazı yerlerinde, Almanya acı vatanın da hemen her köşesinde bu çocukla ilgili yorumlar yapıldı. Hatta yedinci sınıfta şımarık olduğum gerekçesiyle ailemi okula çağırıp ‘evinizde bir sorun mu var?’ sorusunu ebeveynlerime, hem de benim yanımda soran pedagojik bilinçten yoksun gerizekalı öğretmencesine bu soru da soruldu. Evinizde bir sorun mu var?





Oysa bu çocuğun hiç de bir sorunu yoktu. Esas sorun bizlerdeydi. Bakın bu güzel kardeşimizin o kadar uğraşıp, bizi kafiye bombardımanına tuttuğu bu parçanın altına yazılan yoruma? Ayıp ulan ayıp. Bu çocuğu da Yunanlılara kaptırmayalım, bir ışığımız daha sönmesin. Yoksa Atina sokaklarında ‘Stelyo is my girl’ şeklinde uyarlanmış hali gelir kulaklarımıza ve hayıflanır, hayata küseriz. ‘Serkan is our girl ulan!’. Hadi dağılın şimdi.