9 Ağu 2011

Bloguma, My Lonely and Beautiful Blog



Sen henüz yoktun o zamanlar ve ben sefil bir öğrenci olarak Co.Westmeath sınırları içinde senin adın ne olsunun kavgalarını yapıyordum kendimle. Edebiyata bulaşacak değilim zira adını hiç de düşünmedim sevgili blogum. Zaten İrlandadaydım ve her ortalama zekaya sahip insan gibi benim de aklıma ‘İçimizdeki İrlandalı’ olduğum geldi. Yani evet bu konuda yaratıcılıktan biraz ödün vermiş gibi sayabilirsin beni fakat hele gurban bi baksana bağa, nerem özgün?

Tüketim toplumunun çılgın bireyleriyiz, sabahları 7’de kalkıp hiç aklımız yokmuş gibi saatlerce süren çileden sonra birileri üzerimizden para kazansın, bizim de adımız ‘bize para kazandıran adam’ olsun diye afedersin yırtıyoruz bir taraflarımızı. Sonrasında yükselen yaşam standartları, pahalı oyuncaklar, satın alınan son model arabalar, bilmem kaçıncı sevgiliye alınan ‘sen sonum olacaksın’ kod adına sahip pahalı hediyeler, ev almalar filan… Eeeh sikerler ama!

Dünya gözüyle çıkıp insan istediği yere gidemeyecek, yalnızca kendisine verilen senede 1 haftalık izne bütün hayallerini sığdırmaya çalışacaksa ve bu adam Türk ise, skimsonik vize prosedürleriyle uğraşmak zorundaysa… Baba afedersin ama işerim ben öyle hayata.

Kıytırık bir öğrenciydim, çok fazla arkadaşım yoktu ki zaten İrlanda’ya gitme fikri biraz da bu nedenle çok çabuk vücut bulmuştu, sadece gitmek istediğim için gittim. Kaldım. Yaşadım. Veni, vidi, vici olmadı ama… Gittim gördüm unutamadım. İşte İrlanda öyle bir yer ve çekim alanına yakalanmak istemiyorsanız ziyaretinizi çok da uzatmamalısınız.

Kaç gece rüyalarımda eski arkadaşlarımla gördüm kendimi, eğlence, keyif… Bu rüyaların sonuncusunu görürken uyanmamayı bile dilemiştim. Demek ki tam uyku halinde değilmişim ki hatırlıyorum ama gerçekten uyanmamayı diledim. Cohen amcamın Hallelujah şarkısında dediği gibi tıpkı, ‘Baby I’ve been here before, I know this room and I’ve walk this floor’ dedim durdum rüyalarımda. Jessica bebeğimi görüyordum hemen her seferinde. Ah benim Fransızca öğrenme hevesimin melez sebebi, kim bilir nerelerdesin şimdi? Fakat arayıp da büyüyü bozmaya hiç niyetim yok pardon da…

Sen blogum, daha küçücük bir şeydin, ‘Irish Sayings’ isimli bir yazı yazmaya başlamıştım sana. Bitiremedim ben onu, korktum. Takıntılı olduğumu biliyorsun; sanki o yazı bitince İrlanda da bende bitecekmiş gibi korktum. O yazı hiç bir zaman bitmeyecek o yüzden.

Nerede ‘o kadar çok şeyle ilgilenme, bir tanesiyle ilgilen ama en iyisi ol’ diyen biri görsem aha da kapitalizmin uşağı derim ben. 'Bayram değil seyran değil şimdi eniştem beni neden öptü' misali ne alaka evladım bu komünist lafları? Doğru ya da yanlış çok da umrumda değil de ne demektir ‘hem tarih, hem politika, hem fotoğraf, hem yazmak, bir yandan içinde olduğun yazılım mühendisliği, bence sen ne yapmak istediğine karar verememişsin’? Ne olalım yani? Bir alanda en iyi olalım iyi güzel de neye gore en iyi canım kardeşim? Sen işini iyi yap, en iyilik senin belirleyebileceğin bir kalıp değildir ki zaten.

Uğraştığım alanların hiçbirisinde en iyi değilim ki bazılarında iyi bile değilim. Bu belki yeteri zamanı ayıramamamdan, gerekli ilhamı henüz yakalayamamamdan filan kaynaklanıyor; ama bildiğim tek şey var, yaptığım her şeyi sevdiğim için yapıyorum. En iyilik bize tüketim toplumunun dayattığı bir yalan sadece. Eğer sen patronun 24 metrelik tekne alması için gece gündüz çalışıyorsan kusura bakma ama babacım, sen bir hiçsin ve bir sonraki adımda tüketilenin sen olacağı gerçeği her geçen gün daha da belirginleşiyor. ‘Hizmetleriniz için teşekkür ederiz Hiç Bey, patronumuz sayenizde sizin hayatınız boyunca yanından bile geçemeyeceğiniz o meşhur teknesiyle Ege ve Akdeniz turunda şu an’.

Bir blog diyorum, bir tüketim çılgınlığı diyorum değil mi? Aslında ben de bazı şeyleri çözemedim kendimde, şöyle ki 'sevdiğim bazı uğraşlar eğer bu kadar popüler olmasalardı yine de onlarla uğraşır mıydım?' bunların başlıcalarından mesela. Yalnız adam olmak, bağlanmaktan köşe bucak kaçmak da revaçta, bu da mı o yüzden bana yapıştı kaldı? Yoksa etrafımda buna değecek insan mı yok veya ben mi farkına varamıyorum? Bence etrafımda onlardan hiç yok zira ilk fırsatta korkup kaçanlara bağlanmaktansa raketlerime bağlanmayı, fotoğraf makineme bağlanmayı daha mantıklı görüyorum, kimse kusura bakmasın.

Bunların hepsini aklıma getirip yazmama sebep olan şey ise bir anda google’da yaptığım ve zeka gerektirmeyen, daha doğrusu zeka yoksunluğu gerektiren bir hareket yüzünden blog’umu kaybetme eşiğine gelmemdir. İtiraf ediyorum epeyce tırstım. Neyse ki yine bu durumdan google amca sayesinde kurtulduk. Çok yaşa google!

Sözüm sana tüketim çılgınlığı, beni iyi dinle! Benden uzak dur. Bir zamanlar farklı olmayı sürekli farklı limanlarda dolaşmak olarak gören ben artık sabit durmaya karar verdim. Eskilerden bir çok kişi, bir çok anı artık umurumda bile değil. Senden isteğim, beni tüketme.

Son söz de bloguma. Senin isim baban kart entelektüel Hıncal’dır yavrum, başkalarına kanma. Dedik ya ortalama zeka işte. Hade muck. Yat zıbar artık.

2 yorum:

  1. :) tekrarlıyorum daha sık yaz. çok güldüm.

    YanıtlaSil
  2. O zaman bir sonraki yazıda ne yazacağıma sen karar ver. Konuyu söyle gerisini bana bırak.

    YanıtlaSil